Hukuki Yazı

YOKSULLUK NAFAKASI BELİRLENİRKEN EVLİLİK SÜRESİNİN DİKKATE ALINMASI

YOKSULLUK NAFAKASI BELİRLENİRKEN EVLİLİK SÜRESİNİN DİKKATE ALINMASI
Arş. Gör. Ahmet Fevzi Kibar

Günümüzün hızlanan dünyasında birçok ilişkide olduğu gibi evliliklerde de kısa sürme olgusu toplumsal bir gerçektir. Boşanma sonrası ortaya çıkan ağır nafaka ve tazminat yükümlülükleri ise toplumsal bir sorun halini almıştır. Türk Medeni Kanunu’nda yoksulluk nafakasına bir üst sınır konulmamış olması (süresiz olarak takdir edilebileceğinin öngörülmesi) her halde bu nafakanın süresiz olarak öngörüleceği anlamına gelmemektedir. Yoksulluk nafakası takdir edilirken bu nafakanın düzenleniş amacı, gerek nafaka yükümlüsü gerekse nafaka alacaklısı açısından doğuracağı kişisel sonuçlar ile toplumsal etkileri göz ardı edilmemelidir. Zira TMK m. 1 gereğince “kanun, sözüyle ve özüyle” bir bütün olarak ele alınmalıdır.

GİRİŞ

Günümüzün kanayan yaralarından biri de boşanma sonrasında ödenmek zorunda kalınan nafaka ve tazminatların ağırlığıdır. Bu durum boşanan bireylerin tekrardan kişisel, sosyal ve ekonomik özgürlüklerini kazanmasına ve yeni ilişkiler kurmasına engel olmaktadır. Boşanma, yürümeyen bir evlilik ilişkisinin taraflara daha fazla zarar vermemesi için bu ilişkiyi sona erdirmek amacıyla öngörülmüştür. Ancak boşanma sonucunda ortaya çıkan ağır tazminat ve nafaka yükümlülüğü nafaka ödemek zorunda kalan tarafı (genellikle de erkekleri) adeta biten bu ilişkiye mahkûm etmektedir. Bir diğer deyişle boşanma, yürümeyen evlilik ilişkisinin tarafların kişisel ve sosyal hayatlarına daha fazla zarar vermesine engel olmak amacıyla öngörülmesine rağmen boşanma sonucunda ortaya çıkan nafaka adaletsizliği ile bir taraf kocaman bir enkaz altında bırakılmaktadır. Bu durum, bu enkazı yüklenmek zorunda kalan tarafın kişilik haklarını ihlal etmekte, sosyal gelişimine engel olmakta ve beraberinde birçok kişisel ve toplumsal sıkıntıyı hatta cinnetleri doğurmaktadır. Bu durum yavaş yavaş insanları evlilik müessesinden uzaklaştırmakta ve evlilik dışı birliktelikleri cazip hale getirmektedir. Böylece, toplumu besleyen ve topluma sağlıklı bireyler yetiştirmek için en temel müessese olan aile kurumu ciddi ölçüde zarar görmektedir.

I. KISA SÜREN EVLİLİKLER

21. yüzyıl diğer adıyla teknoloji çağı birçok alanda hızı bir konfor değil ihtiyaç haline getirmiştir. Birçok alanda insanlar işlerini hızlı yürütebilecek hizmetleri tercih etmektedir. Hızlı internet, araba, telefon vb… Her şeyin bu kadar hızlı aktığı, sosyal ve ekonomik ilişkilerin hızlı şekilde kurulup, değiştirilmek istendiği bir zamanda bireylerin birçoğu kısa süren evlilikler yapabilmektedir. Bu konudaki TÜİK verilerine göre[1] boşanmalar %36’sı evliliklerin ilk 5 yıllık dönemi içerisinde meydana gelmektedir. Böylece yaklaşık olarak her üç bireyden biri, evliliğini kısa sürede sona erdirmek istemektedir.

Evlilik kurumu (birliği)[2], rızaya dayalı olan; sevgi, saygı, sadakat gibi sorumluluk ve paylaşım gerektiren bir müessesedir[3] (TMK m. 185). Evliliğin bu nitelikleri gereği boşanma kurumu öngörülmüştür[4]. Evlilik müessesesi eşlere zarar vermeye başladığında eşleri böyle bir ilişkinin devamına zorlamak TMK m. 23/II düzenlenen kişilik haklarına aykırıdır[5]. Zira kişinin özgürlükleri de manevi kişisel varlıkları arasında kabul edilir. Anayasa’da yer alan düşünce, inanç, seyahat, hak arama, vicdan ve sözleşme gibi özgürlüklerin ihlal edilmesi medeni hukuk anlamında kişilik hakkını ihlal eder[6].

Hukuk düzeni kişilere hak ve borç sahibi olabilme yeteneğini tanımakla birlikte onlara, bu kişiliği oluşturan esas değerlere karşı yönelen ihlallere karşı kendini koruma hakkı da vermektedir[7]. Aksi halde, bireylere tanınan kişilik hakkının bir anlamı kalmaz, işlevsiz hale gelir. Aynı şekilde boşanan eşlerden birini hakkaniyete ve adalete, kişilik haklarına aykırı, tekrar kişisel ve sosyal hayatını kurmasına engel olacak biçimde ağır yükümlülüklere maruz bırakmak da kanunun özüyle ve sözüyle bir bütün olarak uygulanması ilkesine aykırıdır (TMK m. 1).

II. YOKSULLUK NAFAKASININ ÖNGÖRÜLÜŞ AMACI

            Yoksulluk nafakasının öngörülüş amaçlarından biri de eşlerin evlilik ilişkisi ile içine girdikleri sosyal ve kişisel düzen ile evlilik sonrası yeniden kuracakları sosyal ve kişisel düzen arasındaki geçişi kolaylaştırmaktır[8]. Nasıl ki bir sözleşme ilişkisi, sözleşme kurulma aşamasının öncesinde ve sözleşmenin sona ermesinden sonra da bazı sorumluluklar doğurur[9]. Aynı şekilde, evlilik sözleşmesi ile ortaya çıkan karı-koca ilişkisi de boşanma ile ortaya çıkan yeni durumda bazı sorumlulukları getirir. Zira evliliğin niteliği gereği eşler kişisel ve sosyal statülerini bu ilişkiye göre tanzim etmektedir. Böylece, boşanma sonrası bu geçiş sürecinde de birbirlerine destek olmaları gerekmektedir[10]. Ancak bu destek iki taraflı olmalıdır. İki taraf da birbirine yeni bir düzen kurmak noktasında yardımcı olmakla yükümlüdür. Hâlbuki bir tarafa, onu diğer tarafa mahkûm edici nitelikte ağır sorumluluklar yüklemek bu amaca aykırıdır. Bu durum, her iki eşin de boşanma sonrası yeniden sağlıklı bir kişisel ve sosyal düzen kurmasına engel olmaktadır. Ayrıca bu durum Anayasa m. 10’da öngörülen eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.  

III. YOKSULLUK NAFAKASININ SÜRESİ

            TMK m. 175’e göre, “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir”. İlgili hükme göre, yoksulluk nafakası talep edilebilmesi için üç şart öngörülmüş ve nafaka süresi için bir kayıt öngörülmemiştir. Böylece bu üç şart kendisi için cari olan eş, diğerinden süre sınırı olmaksızın nafaka talep edebilecektir[11]. Bir başka deyişle, nafaka yükümlülüğü, nafaka yükümlüsü eşin ölümüne kadar devam etmektedir[12].

            TMK m. 176/III’te ise; belirli hallerde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen nafakanın daha önceden sona ermesi mümkündür. Bu haller; alacaklı tarafın yeniden evlenmesi, taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden ve alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğun ortadan kalkması veya haysiyetsiz hayat sürmesi durumlarında ise mahkeme kararıyla kaldırılır.

            TMK m. 176/III’te öngörülen bu hüküm ile TMK m. 175’te bazı durumlarda öngörülmesi hakkaniyete ve adalete uygun düşecek olan süresiz nafakanın bazı hallerde ise belirli bir süre ile sınırlandırılması hakkaniyet ve adalete uygun düşeceği gösterilmektedir. TMK m. 1 gereğince; iki hüküm birlikte değerlendirildiğinde, süresiz nafakanın öngörülmesinin mümkün olduğu ancak bunun yalnızca hakkaniyete uygun düştüğü haller ile sınırlı olması gerektiği anlaşılmaktadır[13]. Aksi yönde bir yorum, kanunun özü ile sözünü ayırmak olacaktır ki bu durum TMK m. 1’e aykırıdır. 

            İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi’nin 15.10.2018 tarihli, E: 2622, K: 1201 sayılı Kararı[14] bu konuda hakkaniyetli bir çözüm sunmaktadır: “Kadının boşanma yüzünden yoksulluğa düşeceği sabittir. TMK’nın 169. Madde çerçevesinde tedbir nafakası verilmesi doğru olduğu gibi, yoksulluk nafakasına da karar verilmesi doğrudur ancak tarafların yaşları, 14/05/2013 tarihinde evlenip boşanma davasının 03/08/2015 tarihinde açıldığı fiili evlilik süresinin az olduğu gözetildiğinde yoksulluk nafakasının süresiz olarak hüküm altına alınması doğru bulunmamıştır”.

IV. SÜRESİZ NAFAKANIN SAKINCALARI ve HUKUKA AYKIRILIK NOKTALARI

A. KİŞİLİK HAKKINA AYKIRILIĞI

Kişilik hakkı, hem uluslararası hem de ulusal hukuk düzenlemeleri tarafından koruma altına alınmıştır. 4 Kasım 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (m. 8) ve 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (m. 5, 12) uluslararası düzenlemelerin başında gelir. Türk Hukuku’nda ise Anayasa (m. 12, 17, 20, 25, 27, 32 vd.) ve Türk Medeni Kanunu m. 23 vd. başta olmak üzere birçok kanuni düzenleme (Örneğin, Türk Ceza Kanunu (m. 25, 114, 115 vd.))[15] ile koruma altına alınmıştır.

Kişilik hakları, insanın başta bir şart aranmaksızın insan olma niteliği gereğince sahip olduğu haklardır[16]. Bir diğer deyişle, kişilik hakkı insanın insan şeref ve onuruna uygun olarak yaşayabilmesi için gerekli olan haklarının genel ismidir. Kanunda doğrudan kişilik hakkı kavramı tanımlanmamıştır. Ancak öğreti ve mahkeme kararlarında kişilik hakkı tanımlanmaktadır. Bu tanımların ortak noktası ise bazı kişisel varlıkların sayılarak kişilik hakkının bunların üzerinde bir hak olduğuna vurgu yapılmasıdır.[17] Kanun koyucu da kişilik haklarının tek tek tespit edilmesindeki güçlüğü göz önünde bulundurarak kişisel varlıkları saymaktan kaçınmıştır[18]. Kanunda bu konuda bir çerçeve hüküm ile yetinilmiştir. Bu çerçeve hüküm sayesinde kişi varlığı açısından zamanın gerektirdiği ihtiyaçlar göz önüne alınarak yeni unsurların dikkate alınması imkânı doğmaktadır.[19] Öğretideki bir tanıma göre kişilik hakkı; “yaşama, bedensel ve ruhsal bütünlüğe, cinsel dokunulmazlığa, sağlığa, onura, saygınlığa, özel yaşamın gizliliğine, özgürlüklere, söze, sese, resme, isme ve tüketici biçimde sayılamayacak insansal, bireysel, kişisel değerlere ilişkin haktır”[20].

Türk Medeni Kanunu’nda kişilik hakları iki kural aracılığıyla korunur. TMK m. 23’te öngörülen kural ile ekonomik, sosyal ve bilgisel açıdan güçlü konumda olan kişinin işlem (örneğin, sözleşme) serbestliğini güçsüz olan aleyhinde kullanması bir “iç koruma” mekanizmasıyla ve geçersizlik yaptırımıyla sınırlanır. TMK m. 24’te öngörülen kural ile de güçlünün fiil serbestliğini güçsüz olan aleyhinde kullanması bir “dış koruma” mekanizmasıyla kurtarıcı ve onarıcı yaptırımlarla sınırlanır[21]. Özetle kişilik hakları dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı korunurken kişinin kendisinden gelebilecek saldırılara karşı da korunmaktadır.

Kişilik haklarının kanunda düzenleniş biçimi gereğince zamanın şartlarına göre yorumlanması gerektiğine yukarıda değinmiştik. Dolayısıyla kişilik hakları bulundukları coğrafya, sosyal doku ve zamanın şartları göz ardı edilerek değerlendirilemez. Günümüzdeki insan ilişkileri ve sosyal düzen kişilik hakları yorumlanırken önemli bir unsur olarak dikkate alınmalıdır.

Bireyler hayatları boyunca birçok kişisel, ekonomik ve sosyal ilişki içerisine girerler. Bu ilişkilere girme nedenleri ve amaçları farklı farklı olsa da bireyleri sevk eden temel saik kendi faydalarıdır (menfaatleridir). Günümüzdeki kişisel, ekonomik ve sosyal düzen bu ilişkileri kurmayı kolaylaştırdığı gibi hukuk anlayışları da bu ilişkileri kurmayı kolaylaştırmak amacıyla hareket etmektedir. Madalyonun iki yüzü gibi bu ilişkileri kurmayı kolaylaştırmak aynı zamanda bireylerin, fayda görmediği ilişkiyi kolayca sona erdirmeyi de kolaylaştırmak ile mümkündür. Biri diğeri olmaksızın mümkün değildir. Bir diğer deyişle, fayda görmediği bir ilişkiye mahkûm eder bir biçimde hukukun yorumlanması yeni ilişkiler kurulmasına engel olmaktadır.  

Bireylerin, boşanma ile sona eren evlilik ilişkilerini, özellikle kısa süren evlilik hallerinde, boşanma sonrasında ağır ve süresi belli olmayan nafakalar ile bir taraf için çekilmez ve yeni ilişkiler kuramaz hale getirmek kişilik hakkına aykırıdır.

B. KÖTÜYE KULLANILMASI

Hukuk kuralları, toplumun inşası ve şekillenmesinde önemli rol oynamaktadır. Tarihsel süreç içerisinde hukuk; toplumu değiştirmek, dönüştürmek ve yeni bir toplum inşa etmek için sıkça başvurulan en etkili yöntemlerden biridir[22]. Kanun koyucu tarafından öngörülen hukuk kuralları ve bu kuralların yorumlanması toplumu şekillendirmeye devam etmektedir[23]. Kanunların hakkaniyet ve adalet gibi temel ilkeler dikkate alınmaksızın yorumlanması bireylerin hukuka olan güvenini sarsmakta ve sorunlarına hukuk dışı mecralarda çözüm bulmaya itmektedir. Ayrıca bu durum bireylerin ahlaki açıdan yozlaşmasına yol açmaktadır.

Nafakaların belirli bir süre öngörülmeksizin takdiri ve nafaka yükümlüsünün sosyal durumunun nafaka miktarının belirlenmesindeki etkisi göz önüne alındığında başka toplumsal sorunları beraberinde getirmektedir. Öncelikle bu durum suiistimale (kötüye kullanmaya) açıktır. Zira bu hali bir fırsat olarak gören bazı kötü niyetli bireyler, zengin bir eş adayı bularak kısa süreli bir evlilik yaparak bu eşten tazminat ve nafaka elde etme düşüncesine kapılmaktadır. Böyle bir evlilikte bir taraf ahlaki açıdan yozlaşırken diğer taraf ise sırf parası için birlikte olunan bir kişi olarak maddi ve manevi açıdan zarara uğramaktadır. Nitekim evlilik süresi dikkate alınmaksızın nafakanın takdiri her iki taraf için de hukukun ruhuna aykırı sonuçlar doğurmakta ve toplum bireylerini ahlaki açıdan yıkıma uğratmaktadır.

C. EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRILIĞI

Anayasa m. 10’da eşitlik ilkesi düzenlenmiştir. Buna göre kanunlar önünde bütün bireyler eşittir ve eşit haklara sahiptir. Evlilik kurumu içerisinde kadın ve erkek eşit haklara sahip olduğu gibi boşanma sonrasında da eşit haklara sahip olmalıdır[24]. Hâlbuki boşanma söz konusu olduğunda genellikle erkekler tazminat ve nafaka yükümlüsü olduğu “toplumsal algı”sı yasal olmayan bir karine olarak yerleşmiştir. Bu algı öğreti ve mahkeme kararlarında ilgili kanun maddelerinin hakkaniyete ve adalete uygun şekilde yorumlamasına engel olmaktadır. Ancak uygulamadaki amillerin (aktörlerin) bu konuda toplumdan etkilenen değil toplumu yönlendiren olması gerekir. Nitekim yukarıda bahsi geçen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesinin ilgili kararı bu konuda örnek teşkil etmelidir.

SONUÇ

Günümüzün hızlanan dünyasında birçok ilişkide olduğu gibi evliliklerde de kısa sürme olgusu toplumsal bir gerçektir. Boşanma sonrası ortaya çıkan ağır nafaka ve tazminat yükümlülükleri ise toplumsal bir sorun halini almıştır. Türk Medeni Kanunu’nda yoksulluk nafakasına bir üst sınır konulmamış olması (süresiz olarak takdir edilebileceğinin öngörülmesi) her halde bu nafakanın süresiz olarak öngörüleceği anlamına gelmemektedir. Yoksulluk nafakası takdir edilirken bu nafakanın düzenleniş amacı, gerek nafaka yükümlüsü gerekse nafaka alacaklısı açısından doğuracağı kişisel sonuçlar ile toplumsal etkileri göz ardı edilmemelidir. Zira TMK m. 1 gereğince “kanun, sözüyle ve özüyle” bir bütün olarak ele alınmalıdır.

Somut olay adaleti göz ardı edilerek boşanmalarda süresiz olarak yoksulluk nafakaya hükmedilmesi doğru değildir. Bu konuda çalışmamızda bahsi geçen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin somut olay adaletini esas alan, hakkaniyetli ve kanunların ruhuna uygun kararı örnek teşkil etmelidir.

Hukuk kuralları, toplumun sosyolojisini ve sorunlarını göz ardı ederek uygulanamaz. Hukuk kurallarının uygulanma biçimi toplumu şekillendirir. Hukuk kurallarının yanlış yorumlanması, hakkaniyete aykırı uygulanması bireyleri hukuk dışı yollara sapmaya zorlar.

Yoksulluk nafakası açısından yaptığımız değerlendirmeler maddi ve manevi tazminat kurumlarının düzenleniş amaçları göz önünde alınarak bu alanlara da uygulanabilir.

Bu konu hakkında uzmana danışmak ister misiniz?


[1] Bakınız: https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/evlenmeler-azaldi-bosanmalar-artti/1745213 , s.e.t. 10.07.2020.

[2]Evlilik birliği “eşitliğe”, “ortak görevlere” ve “karşılıklı saygıya” dayalı; temelde eşlerin ortak ve bireysel yaşam alanları arasındaki sınırların kişilik değerlerine esaslı bir koruma sağlayacak şekilde belirgin olarak ayrıldığı, eşlerin manevi-duygusal bağlılığın arka plana itildiği, tüzel kişilikten yoksun bir “hukuksal-ekonomik” ortaklıktır” (Mustafa Dural & Tufan Öğüz & Mustafa Alper Gümüş, Türk Özel Hukuku (Cilt III) Aile Hukuku, 12. Bası, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2016, s. 155).

[3]Evlenme her şeyden önce iki kişinin kendi özgür iradeleri ile kurdukları bir hayat birlikteliğidir. Ancak bu birliktelik, evlenen kişilerin kendi şahsî varlıklarını ortadan kaldıran bir birliktelik olmayıp, kadın ve erkek evlilik birliklerinin devamına halel getirmemek şartı ile kişisel, ekonomik ve fikri özgürlüklerini muhafaza ederler. Eşlerin kurdukları bu hayat birlikteliği eşler bakımından ahlâki ve manevî değerler ile yoğrulmuş bir kader birliği olarak telakki edilebilir. Evlenme ile aynı şekilde eşler devamlı ve sürekli olmayan ve daimi bir şekilde devam ettirilecek olan bir evliliğin kurulmasına yönelik olmalıdır. Belli bir süreye dayalı olan birlikteliklerde evlenme iradesinin varlığı kabul edilemez” (Ali Yarayan, Türk Medeni Hukuku (Temel Bilgiler), Ankara, Yetkin Yayınları, 2013,  s. 261).

[4]Gerçekten evlenerek kişiler bir yastıkta kocamayı dilerler. Aynı şekilde toplumun da evlilik birliğinin devamında menfaati olduğu kabul edilir. Özellikle çocukların sağlıklı gelişimi için anneli babalı büyümeleri önemlidir. Ancak evlenmenin ayakta tutulması daima mümkün değildir. Erken veya kadın evlenmeden sonra hayal ettiklerinden başka bir durumla karşılaşabilmektedirler. İşte böyle durumlarda kanun koyucu eşlere hâkim kararı ile evliliklerini sonlandırma imkânı tanımıştır” (Yarayan, s. 348).

[5]TMK m. 161-166’da boşanma sebepleri sayılmıştır. Bir kimse bu sebeplerden biri mevcut ise boşanma hakkına sahiptir. bu hakkın sınırlanmasını hukuka aykırı sayan bir düzenleme bulunmamasına rağmen, bir kimsenin eşine “hiçbir şekilde boşanmayacağına ya da boşanacağına ilişkin” taahhütte bulunması bu özgürlüğün hukuka aykırı sınırlanması niteliğinde olup, geçersiz sayılmalıdır” (Ahmet M. Kılıçoğlu, Medeni Hukuk (Temel Kavramlar, Başlangıç Hükümleri, Kişiler Hukuku), Ankara, Turhan Kitabevi, 2016, s. 343).

[6] Kılıçoğlu, s. 317.

[7] M. Kemal Oğuzman, Özer Seliçi, Saibe Oktay- Özdemir, Kişiler Hukuku (Gerçek ve Tüzel Kişiler), 16. Bası, İstanbul, Filiz Kitabevi, 2016, s. 160.

[8]Evlilik birliği devam ettiği sürece eşler birbirlerine yardımcı olma (TMK m.185/3- ZGB Art.159/3) ve birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılma (TMK m.186/3-ZGB Art.163/1-2) yükümlülüğü altında bulunurlar. Boşanma kararının kesinleşmesiyle birlikte her iki yükümlülük de ortadan kalkmasına rağmen, tek başına geçimini sağlayamayan tarafa, evlilik sonrası dayanışma ilkesi gereğince yoksulluk nafakası isteminde bulunma hakkı tanınır. Böylece, boşanmaya bağlı olarak ortaya çıkan olumsuz ekonomik durumun dengelenmesi amaçlanır. Diğer bir bakış açısıyla, yoksulluk nafakasına ilişkin düzenleme, evlenmeden doğan güvenin korunması düşüncesinin bir yansımasıdır. Evlilik sırasında oluşturulan yaşam düzeni çerçevesinde, ekonomik anlamda birbirlerine yardımcı olacakları yönünde karşı tarafta haklı bir güven oluşturan eşler için sosyal ve ahlaki düşünceler ile boşanma sonucunda zor duruma düşen tarafın ekonomik özgürlüğüne kavuşturulması yükümlülüğü öngörülmüştür” (Gediz Kocabaş, Evlilik Sonrası Dayanışma İlkesi Ve Bu İlkenin Sınırı Olarak Clean Break İlkesi Doğrultusunda Yoksulluk Nafakasını Belirleyici Ölçütler, MÜHF – HAD, C. 19, S. 1, 2013, 357-391, s. 360).

[9] Örneğin, sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk (culpa in contrahendo)’tur. Bu konuda detaylı bilgi için bakınız: Necip Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar Hukuku Genel Bölüm (Cilt I), 7. Bası, İstanbul, Filiz Kitabevi, 2017, s. 8, 169 vd. ; Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. Baskı, Ankara, Yetkin Yayınları, 2017, s. 1156 vd. ; Özcan Günergök, Şaban Kayıhan, Borçlar Hukuku Dersleri Genel Hükümler, İstanbul, Umuttepe Yayınları, 2020, s. 36 vd.  

[10]TMK  m. 185/3’te düzenlenen yardım yükümlülüğü evliliğin sona ermesi ile sona erer. Bununla birlikte, kanun koyucu, evlilik bağı sona ermiş olsa da, yoksulluğa düşecek olan ve kusuru daha ağır olmayan eşin sosyal ve ahlaki düşüncelerle korunması amacı ile eşler arasındaki yardım yükümlülüğünü mali açıdan devam ettirmeyi öngörmüştür” (Azra Arkan Serim, Yoksulluk Nafakası, İÜHFM, Yıl 2007, Cilt 65, Sayı 1, 287-302, s. 287; Mecit Demir, Türk Medeni Hukuk Öğreti ve Uygulamasında Yoksulluk Nafakası, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2018, s. 41).

[11]Özellikle süresiz yoksulluk nafakası istemi bakımından hâkime somut olay gerektirse veya haklı sebepler bulunsa dahi takdir yetkisi verilmemesinin doğru bir uygulama olmadığı kanaatindeyiz. Hâkime takdir yetkisi verilmemesinin gerekçesi olarak “katı uygulanan” taleple bağlılık ilkesi veya “Yargıtay’ın ilgili kanun hükmünü salt emredici nitelikte görmesi” gösterilebilir ve faydası olarak da nafaka talep eden muhtemel yoksul durumdaki kişinin korunmasından söz edilebilir. Fakat bu durumun sınırlı faydasının yanında adaletin tesisi bakımından önemli sakıncaları içerdiği açıktır. Zira mevcut uygulamaya göre hâkim, takdir yetkisi olmadığı için somut olay gerektirse veya haklı sebepler bulunsa dahi miktarına müdahale edebilmekte iken yoksulluk nafakası süresi isteminin niceliğine müdahale edememektedir” (Mesut Öcal, Yoksulluk Nafakasının Süresi, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2019, s. 133-134).

[12] Dural, Öğüz, Gümüş, s. 150.

[13]Üstelik yoksulluk nafakası bakımından hâkimin takdir yetkisi hususunda emredici bir hüküm yer almamaktadır. Zira madde metninde yer alan; “…süresiz olarak nafaka isteyebilir” ifadesi kanaatimize göre emredici nitelik taşımamaktadır. Fakat önemle belirtmek gerekir ki, TMK’nun 4. maddesine göre; “Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda hâkim, hukuka ve hakkaniyete göre karar verir”.iki hüküm birlikte düşünüldüğünde 175. Maddede süre bakımından hâkimin takdir yetkisine yer verilmediği söylenebilir fakat konunun sosyal amacına uygun olarak madde metninin lâfzî yorumdan ziyade kanunun ruhuna uygun yoruma göre anlamlandırılmasını faydalı görüyoruz. Bu çerçevede kanun koyucu ve Yargıtay’ın, kanun yorumunda ilk derece mahkemelerine güvenerek yoksulluk nafakasının süresi bakımından –esasında hükmün içerisinde var olan- hâkimin takdir yetkisine yer vermesini konunun sosyal, ekonomik ve toplumsal amacına uygun buluyoruz” (Öcal, s. 135).

[14] Bakınız: https://ahmetfevzikibar.com/evlilik-suresi-dikkate-alinarak-nafakanin-sinirlandirilmasi/ , s.e.t. 20.07.2020.

[15] İlgili kanuni düzenlemelerle ilgili detaylı bilgi için bakınız: Kılıçoğlu, s. 327 vd.

[16] Oğuzman, Seliçi, Oktay-Özdemir, s. 161.

[17] Kılıçoğlu, s. 301; “Bu nedenle de kişilik hakları konusunda “numerus clasus” geçerli değildir. Kişiler arasındaki ihtiyaçlara göre korunması gereken ve kişiyi kişi yapan bütün değerler kişilik haklarının konusuna girer” (Oğuzman, Seliçi, Oktay-Özdemir, s. 164).

[18] Kılıçoğlu, s. 301.

[19] Oğuzman, Seliçi, Oktay-Özdemir, s. 164-165.

[20] Rona Serozan, Medeni Hukuk (Genel Bölüm/Kişiler Hukuku), 7. Bası, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2017, s. 454.

[21] Serozan, s. 456-457. “MK. md. 23 de şahsın kendi kendisine karşı korunmasının, şahsiyetin iç himayesinin nizamlandığı, md. 24 de ise şahsiyetin dışarıdan, diğer şahıslardan gelen tecavüzlere karşı korunmasının, yani dış himayesinin bahis konusu olduğu yakın zamanlara kadar genellikle kabul edilen bir husustu. Halbuki, son zamanlarda ayırmanın bu şekilde yapılmasının yerinde olmadığı görüşü kuvvetle savunulmağa başlanmıştır (10). Gerçekten bir kimsenin kendi yaptığı hukukî muamelelerle şahsiyetinin haleldar edilmesinin önlenmek istenilmesi, onu kendisine karşı değil, kendinden iktisaden veya başka bakımlardan kuvvetli olan diğer şahısların böyle bir muamele yapmağa onu zorlaması tehlikesine karşı korumak içindir. Kısaca söylenecek olursa, MK. md. 23 de de şahıs başkalarına karşı korunulmaktadır; ancak burada şahsiyetin başkaları tarafından ihlâli mağdurun rızasıyla, onun yaptığı akitler, hukukî muameleler neticesinde vukua gelmektedir. Bu gibi ihlâllerin müeyyidesi de kaideten ihlâli mucip olan akdin, hukukî muamelenin butlanı ve bazen de herzaman için akdin feshini ihbar edebilmek salâhiyetinin tanınması şeklinde kendini gösterir” (Haluk Tandoğan, Şahsiyetin Akit Dışı İhlâllere Karşı Korunmasının İşleyiş Tarzı Ve Basın Yoluyla Olan İhlâllere Karşı Özel Hayatın Korunması, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1963, Cilt 20, Sayı 1-4, 1-36,  s. 5).

[22]İnsanlık tarihi, ekonomik, siyasal, sosyal ve hukuksal olayların yön verdiği toplumsal gelişmelerin tarihidir. Karşılıklı etkileşim ilişkisi içinde olan bu olgular arasındaki bağlantılar, tarihe yön veren unsurlar olarak dikkati çekmektedir. Ancak, diğerlerinin önemini azaltmamakla beraber, bir dönüm noktası olarak nitelendirilen sayısız olaylar zinciri içinde ekonomi ve hukuk temeline dayalı halkaları ayrı bir tarafa koymak, sanırız pek de yanıltıcı olmayacaktır. Zira, deneyimler de göstermektedir ki, tarihi biçimlendiren pek çok olayın ya kendisi başlı başına ekonomik veya hukuksaldır ya da o olayların arkasında büyük ölçüde ekonomik ve hukuksal gerekçeler yer almaktadır” (C. Murat Baykal, Hukuk-Ekonomi ve Ekonomi Hukuku Üzerine, Ankara Barosu Dergisi, Yıl:66, Sayı: 4, Güz 2008, 76-87, s. 77).

[23]Tarihsel süreçte, “Nerede bir toplum varsa orada hukuk vardır.” özdeyişi de dramatik bir değişime uğramıştır. Geleneksel toplumlarda farklı kılan, grup, kast ve tabakalarda hukuki olguların ortaya çıkmasına göndermede bulunan bu özdeyiş; modern toplumlarda oldukça farklılaşmış ve yüksek düzeyde uzmanlaşmış söylemler bağlamında hukuki olguların ortaya çıkması anlamına gelmeye başlamıştır. Modern toplumlar, yönetim ve hukukun yönlendirici gücüne güçlü bir inancı paylaşan toplumlardır. Bu toplumlardan hiçbiri, hukukun sabitlik ve değişmezlik halinde olduğuna ilişkin bir kanaati benimsemez. Çünkü bunlar, değişime açıklık bakımından geleneksel toplumlarla zıt bir konumdadırlar. Dahası, modern toplumlar, sadece değişmekte olan, değişime açık olan toplumlar değildirler; aynı zamanda değişmeyi isteyen ve planlamaya çalışan toplumlardır” (Mehmet Yüksel, Modern Toplumda Hukuk Kültürü, Journal of Yaşar University, Yıl: 2013, Cilt: 8, 3239-3264, s. 3244). Bu konuda ayrıca bakınız: Gunther Teubner, The Two Faces of Janus: Rethinking Legal Pluralism, Cordozo Law Review, Y: 1992, Sayı: 13; Lawrence W. Friedman, Hukuk Kültürü ve Toplumsal Gelişme, (Çev. M. Tevfik Özcan), İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Y. 1996, Sayı: 14.

[24]Evliliğin devamı sırasında eşler arasındaki dayanışma yükümlülüğü bakımından cinsiyet farkı gözetilemeyeceği gibi evlilik sonrası dayanışma yükümlülüğü bakımından da böyle bir fark gözetilemez. Her iki taraf da, tek başına geçimini sağlayamayan tarafa yardımda bulunma yükümlülüğü altındadır. Önemli olan husus, taraflardan birinin geçimini sağlama yeteneğinde bir eksiklik bulunması ve diğer tarafın bu eksikliği kapatabilecek mali güce sahip olmasıdır” (Kocabaş, s. 361).

Bu konu hakkında uzmana danışmak ister misiniz?

Yazar Hakkında

Ahmet Fevzi Kibar

Akademisyen, Hukuki Danışman ve Yazar
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Özel Hukuk yüksek lisans mezunu ve İstanbul Üniversitesi Özel Hukuk doktora eğitimi (devam ediyor). Kişiler, Aile, Eşya, Miras, Borçlar, Gayrimenkul, Fikri Mülkiyet ve Ürün Sorumluluğu Hukuku alanlarında çalışma yapmaktadır. Ayrıca hikâye, deneme ve eleştiri yazarlığı da yapmaktadır. Evli ve baba.

2 Yorumlar

Yorum Yap