ÇEVİRİ YAZARLARI: Hatice KULA ve Betül AKÇAY
(KONTROL EDEN: Bilal BAŞER)
I. Çevirmenlerden Önsöz
“Herkes herhangi bir konuda konuşma, yazma veya görüşlerini yayınlama özgürlüğüne sahiptir ve bu ayrıcalığın kötüye kullanılmasından sorumlu olacaktır ve konuşma özgürlüğünü veya basın özgürlüğünü kısıtlayan hiçbir yasa çıkarılamaz” Texas Anayasası madde 1, § 8.
Ülkemizde ve dünyada dijitalleşmenin de yaygınlaşmasıyla insanlar düşüncelerini özgürce ifade etmenin yollarını aramışlardır. Bunun olumlu ve olumsuz sonuçları olmuştur. Bununla birlikte, ifade özgürlüğü “mutlak bir hak değildir ve devlet kötüye kullanımını cezalandırabilir”. Bu iki durumu ele aldığımızda, ifade özgürlüğündeki sınırımız netleşmektedir. Başkasının özgürlüğünün başladığı yerde bizim özgürlüğümüz kısıtlanmalı ki toplumsal huzur sağlanabilsin.
Burada da görüleceği üzere “düşüncelerin özgürlük limiti yasalardan büyük olamaz.” Toplumsal normların dışına çıkmadan ve kimseyi kısıtlamadan her alanda özgür olunabilir. Bu bağlamda, çevirimizde Barnes ve Kinney arasındaki iftira niteliğinde bir açıklama ve ifade özgürlüğünün sınırları kapsamında bir inceleme yapılmıştır.
II. Arka plan
BCG Attorney Search, Inc. Robert Kinney’i, ayrılıp rakip bir şirket kurduğu 2004 yılına kadar yasal bir işe alma uzmanı olarak istihdam etti. Birkaç yıl sonra BCG Başkanı Andrew Barnes, Kinney’nin BCG’de geçirdiği zamanda bir saadet zinciri içinde olduğunu ima eden açıklamalarını/yazılarını “JDJournal.com” ve “Employmentcrossing.com” web sitelerinde yayınladı.
Bu şikayette, Kinney’nin, 2004’te BCG Attorney Search, Inc.’de bir çalışanken etik olmayan hisse planı yaptığını, adaylarından birini işe almak için Preston, Gates ve Ellis (şimdiki K & L Gates)’te ortaklardan birine masa altından ödeme yapmaya çalıştığını da ileri sürmüştür. Barnes, bu planı öğrendikleri zaman, diğer işverenlerle birlikte hemen Kinney’i kovduklarını söylemiştir. Söz konusu şikayet, Kinney’nin, bir adayı işe alması karşılığında Preston Gates’teki bir iş arkadaşına rüşvet ödemekten bahsettiği bir e-posta bile içermektedir.
Yayınlanan ifadeler, Kinney’nin; Barnes’a, BCG’ye ve Barnes’ın sahip olduğu diğer iki şirkete (Employment Crossing, Inc. ve JD Journal, Inc.) Travis County’de iftira nedeniyle dava açmasına neden olmuştur. Kinney, dilekçesinde tazminat talebinde bulunmamış, yalnızca esasa ilişkin bir duruşmanın ardından kalıcı bir tedbir talebinde bulunmuştur1. Kinney özellikle, Barnes’tan; (a) Barnes’ın web sitelerinden iftira içerdiği iddia edilen ifadeleri kaldırmasını, (b) ifadeleri yayınlarından kaldırmaları için üçüncü taraf yayıncılarla iletişime geçmesini ve (c) bariz bir biçimde kalıcı ihtiyati tedbirin bir kopyasını göndermesini, ifadelerin geri çekilmesini ve Barnes’ın web sayfalarında6 ay boyunca yer alacak bir özür mektubu yayınlanmasını istemiştir.
Barnes, talep edilenlerin Texas Anayasası uyarınca konuşma özgürlüğü konusunda izin verilemez bir ön kısıtlama oluşturacağı gerekçesiyle özet karar için bir talepte bulunmuştur. Asliye mahkemesi talebi kabul etmiş ve istinaf mahkemesi Barnes’ın ifadelerinin iftira niteliğinde olup olmadığına değinmeksizin onaylamıştır. Biz de incelememizi Kinney’nin talep ettiği desteğin anayasaya uygunluğuyla sınırlayacak ve sadece bu analizin amaçları için şikayet edilen ifadelerin iftira niteliği taşıdığını varsayacağız.
III. Tartışma
“Herkes herhangi bir konuda konuşma, yazma veya görüşlerini yayınlama özgürlüğüne sahiptir ve bu ayrıcalığın kötüye kullanılmasından sorumlu olacaktır ve konuşma özgürlüğünü veya basın özgürlüğünü kısıtlayan hiçbir yasa çıkarılamaz.” Texas Anayasası madde 1, § 8.1836’dan2 beri Texas yasasında yer alan bu temel hak, “gerçeği arama özgürlüğünün, demokratik kurumların korunmasının, kişilerin mutluluğunun üstün önemini” ifade etmektedir. (Texas Anayasası madde 1, § 8. Yorum tefsiri (West 2007)). Texas’ın orantılı bir şekilde tanıdığı bu hak, onun konuşmayı kısıtlamaya yönelik şüpheciliğidir. Konuşma hakkının kötüye kullanılması konuşmacıyı uygun cezalara tabi tutsa da, uzun zamandır “konuşma öncesi yaptırımların” varsayımsal olarak anayasaya aykırı olduğuna karar verilmiştir. (Ayrıca bkz: Texas Yüksek Mahkemesi 1992 tarihli Davenport v. Garcia Kararı ve 1920 tarihli Ex parte Tucker Kararı)
ABD Anayasası Birinci Değişikliği, benzer şekilde, “bu tür iletişimlerin gerçekleşeceği zamandan önce verilen”, “belirli iletişimleri yasaklayan” adli emirleri içeren ön kısıtlamalara şüpheli yaklaşmıştır (bkz: Alexander v. United States, 509 U.S. 544, 550). ABD Yüksek Mahkemesi uzun zamandır konuşma ve yayına ilişkin ön sansürlerin, “Birinci Değişiklik” teki hakların en ciddi ve en tahammülsüz ihlali olduğunu kabul etmektedir (bkz: Neb. Press Ass’n v. Stuart, 427 U.S. 539, 559 kararı). “Birinci Değişiklik” hükümlerinin sağladığı korumaların bu önemli dönüm noktası; Yüksek Mahkeme3, bu Mahkeme4,Texas Temyiz Mahkemesi5, hukuki incelemeler6 ve hatta popüler kültür7 tarafından defalarca teyit edildi.
Bununla birlikte, ifade özgürlüğü “mutlak bir hak değildir ve devlet kötüye kullanımını cezalandırabilir” (bkz: 1931 tarihli Near v. Minnesota, 283 U.S. 697, 708 kararı). Bu amaçla, teamül hukuku, uzun zamandır bir kişinin itibarına karşı verilen yanlış ve karalayıcı ifadelerin yayınlanmasının yol açtığı zararları bir dava nedeni kabul etmiştir (bkz. Texas Yüksek Mahkemesi 2013 tarihli Neely v. Wilson, 418 S.W.3d 52, 60 kararı). ABD Yüksek Mahkemesi ve bu Mahkeme, iftira eden bir kişinin ifade özgürlüğünü cezaya karşı mutlak bir kalkan olarak kullanamayacağı konusunda kararlı bir duruş sergilemektedir.
Bu vaka bizden bu çelişkili durumları incelememizi istemekte ve iki bölümden oluşan bir soruşturmayı kapsamaktadır. İlk olarak, esasa dayalı bir yargılamanın ardından iftira niteliğindeki konuşmaya karşı kalıcı bir tedbirin ön sansür olup olmadığını inceliyoruz. Kinney, böyle bir “duruşma sonrası iyileştirici tedbirin”, anayasal olarak kabul edilemez olmasını bir kenara bırakarak, bir ön sansür olarak bile düzgün bir şekilde karakterize edilmediğini ileri sürmektedir. Barnes ise bir iftira davasının sonuçlanmasından önce veya sonra verilmiş olan, gelecekteki konuşmalara karşı kalıcı bir tedbirin, zorunlu olarak bir ön sansür olduğunu savunmaktadır. Kalıcı ihtiyati tedbir bir ön sansür ise, anayasaya aykırı ağır karinenin üstesinden gelip gelmediği belirlenmelidir. Kinney, karalayıcı söylemin tasvip edilmediğini ve bu nedenle sansürün devam etmesinin müsaade edilebilir olduğunu savunmaktadır. Barnes ise, bu türden emirlerin ifade özgürlüğü için çok büyük bir risk teşkil ettiği için varsayımın üstesinden gelinemeyeceğini söylemektedir. İlk olarak, Texas Anayasasının 1. Maddesinin 8. Bölümünün, ABD Anayasasının Birinci Değişikliğinden daha fazla ifade özgürlüğü koruması sağlayıp sağlamadığına ilişkin tarafların iddialarını kabul etmekteyiz.
Texas Anayasası ile ABD Birinci Anayasa Değişikliği Karşılaştırması:
- “Herkes herhangi bir konuda konuşma, yazma veya görüşlerini yayınlama özgürlüğüne sahiptir ve bu ayrıcalığın kötüye kullanılmasından sorumlu olacaktır ve konuşma özgürlüğünü veya basın özgürlüğünü kısıtlayan hiçbir yasa çıkarılamaz.” (Texas AY) ,
- “Kongre konuşmayı veya basını kısıtlayacak kanun çıkartamaz.”(ABD AY).
Barnes, Tekxas’ın ifade özgürlüğü haklarını anayasal olarak tanımasını federal muadilinden daha geniş bir şekilde yorumladığımızı iddia etmektedir.
ABD Yüksek Mahkemesi bunu kesin olarak ele almadığından, Texas Anayasasının bize sunulan belirli bir konuda Birinci Değişiklik’ten daha fazla koruma sağlayıp sağlamadığını belirlememize gerek yoktur. Bunun yerine, kendi anayasamızı yorumlarken, “yararlı görüldüğünde iyi gerekçeli ve ikna edici federal usul ve esasa ilişkin emsalleri ödünç almalıyız, ancak asla federal yargıyı papağan gibi tekrar etmeye mecbur hissetmemeliyiz” şeklindeki olağanüstü önermeyi yineliyoruz (Davenport, 834 S.W.2d at 20). Federal davalara bağlayıcı makam olarak değil rehber olarak bakmaktayız.
A. İftira İçeren Konuşmaya Karşı Yargı Sonrası Kalıcı Tedbirin Ön Kısıtlama Olarak Sınıflandırılması
Bertaraf etmemiz gereken ilk sorun, iftira olduğuna hükmedilen ifadelerle ilgili gelecekteki konuşmayı yasaklayan kalıcı bir emrin bir ön kısıtlama olup olmadığıdır. Değilse, ön sansürlerin kullanımına ilişkin anayasal endişelerimiz yersizdir.
İftira içerdiği iddia edilen konuşmayı yasaklayan geçici bir ihtiyati tedbirin anayasaya aykırı bir ön kısıtlama olduğuna karar verdik, ancak bir iftira davasında yargılama sonrası kalıcı bir tedbirin uygunluğuna özel olarak değinmedik (bkz: Texas Yüksek Mahkemesi 1983 tarihli Hajek v. Bill Mowbray Motors, Inc., 647 S.W.2d 253, 255 kararı). Hajek’te davacı, sanığın, dört tarafında Bill Mowbray Motors’un ona bir “limon” sattığı mesajı bulunan arabasını topluluk içinde sürmesini engelleyen geçici bir emir talep etti ve aldı. Texas Anayasasını ihlal eden bir ön kısıtlama olduğunu düşünerek kararı bozduk. Bu nedenle, alt mahkemelerin tedbir kararı veren kararlarını bozmuş olduk.
Hajek’teki kararımız, Ex parte Tucker’da ortaya konan, yerleşmiş hukuki ilkelere dayanıyordu. Bu durumda, mahkeme, bir işçi sendikasının üyelerine işverenlerine karşı “iftira atmayı, iyi niyetlerini suiistimal etmeyi veya lakap kullanmayı” yasakladı (Texas Yüksek Mahkemesi 1920 tarihli 220 S.W. 75, 75 kararı). Tedbir kararını bozarken, Texas Anayasası’nın kısıtlama korkusu olmaksızın konuşma özgürlüğüne dair olumlu imtiyazı ile bu hakkın doğasında bulunan orantılı sorumluluk arasındaki ikileme dayandık. “Ayrıcalığın kötüye kullanılmasının, konuşma hakkının yasaklanmasıyla çözülmeyeceğini belirttik”. Buna göre, ihtiyati tedbir kararı vermenin ilk derece mahkemesinin yetkisinin ötesinde olduğuna karar verdik.
Kinney, Hajek ve Tucker’ın konuşmaya karşı yalnızca iftira olduğu iddia edilen ancak kanıtlanmayan geçici tedbirler olarak sınıflandırdıklarını ve bu nedenle bu davaların yargılama sonrası kalıcı bir ihtiyati tedbir için geçerli olmadığını iddia etmektedir. Ancak, ihtiyati tedbirlerin ön sansür olduğu yönündeki düşüncemiz, mahkeme öncesi kararlara dayanmamaktadır. Daha ziyade, mahkemelerin, sanıkların savunma hakkını kötüye kullanmalarına çare olarak söz konusu özgürlüğü gelecekte kullanmalarını engellemelerine itiraz etmekteyiz.
Bu durumda, Kinney’nin ihtiyati tedbir talebi iki kategoriye ayrılabilir.
İlk olarak, savunmalarda yansıtıldığı gibi, Kinney, asliye mahkemesinden, Barnes’ın söz konusu ifadeleri kendi web sitelerinden kaldırması (ve ifadeleri yayımlayan üçüncü tarafların da aynı şeyi yapmasını talep etmesi) emrini, ifadelerin iftira niteliğinde olduğuna dair nihai bir karar üzerine isteyecektir. Böyle bir emir, gelecekteki konuşmayı yasaklamaz, bunun yerine, yapıldığı bağlamda zaten korumasız olduğu tespit edilen geçmiş konuşmanın etkili bir şekilde silinmesini gerektirir. Bu nedenle, kişinin konuşma özgürlüğünü kötüye kullanmasının önüne geçmek için bir çözüm olarak, doğru bir şekilde karakterize edilir ve bir ön kısıtlama değildir (bkz: Hajek, 647 S.W.2d at 255).8
Kinney’nin sözlü tartışmada doğruladığı gibi, talebi o kadarla sınırlı değildir.
Kinney; ayrıca mahkemeden, Barnes’ın gelecekte benzer ifadeler (herhangi bir biçimde) vermesini kalıcı olarak engellemelerini talep etmektedir. Bu, ön kısıtlamanın özüdür ve bir ihtiyati tedbirin bir ön kısıtlama olup olmadığı konusunu anayasal olup olmadığı konusuyla birleştirir. Profesör Chemerinsky’nin uygun bir şekilde açıkladığı gibi:
“İhtiyati tedbirin bir duruşmayı takip ettiği veya korumasız konuşmaya yönlendirildiği takdirde bir ön kısıtlama olmadığına karar veren mahkemeler, ihtiyati tedbirin ön kısıtlama olup olmadığı sorusunu, ihtiyati tedbirin verilip verilmeyeceği meselesiyle karıştırmaktadır. İhtiyati tedbirler, doğası gereği ön kısıtlamalardır çünkü gelecekteki konuşmayı engellerler.” (Erwin Chemerinsky, Hakaret Davalarında İhtiyati Tedbirler, 2007). Herhangi bir konuşmaya karşı alınan tedbirler, hatta iftiraya karşı bile, öncelikli sınırlamalar teşkil eder; konuşmanın tekrarlanabilmesi için mahkemenin iznini gerektirerek, konuşmanın gerçekleşmesini önlerler. Yüksek Mahkeme’nin konuşmaya karşı içerik temelli bir emir onayladığı birkaç davada bile, bunun nedeni ihtiyati tedbirin bir ön kısıtlama olmaması değil, koşullar altında kısıtlamanın anayasal olarak izin verilebilir sayılmasıdır (bkz: ABD Yüksek Mahkemesi 1957 tarihli Kingsley Books, Inc. v. Brown, 354 U.S. 436, 441–42 kararı). Buna göre, aynı veya benzer ifadelerin karalayıcı olduğuna dair bir hükme dayanan, gelecekteki konuşmalara karşı bir tedbirin bir ön kısıtlama olduğunu düşünmekteyiz.9
Özellikle, ABD Yüksek Mahkemesi bir iftira davasında bir ön kısıtlama talebini asla onaylamadı (Chemerinsky, 57). Ancak Mahkeme, Birinci Değişikliğin bu davada söz konusu ihtiyati tedbir türünü yasaklayıp yasaklamadığına karar vermemiş ve bu sorunu çözümsüz bırakmıştır.10 Bir ön kısıtlama olsa da Kinney tarafından gelecekteki konuşmaya karşı talep edilen emrin Texas Anayasasına göre izin verilip verilemeyeceği konusuna dönersek, bunun öyle olmadığını düşünüyoruz.
B. İftira Kararı Verilen İfadelerle İlgili Texas Anayasasını İhlal Eden Gelecekteki Konuşmaya İlişkin Ön Kısıtlamalar
Yine, ön kısıtlamalar anayasal ilkelere aykırı ağır bir varsayım taşır(bkz. Texas Yüksek Mahkemesi 1992 tarihli Davenport v. Garcia, 834 S.W.2d 4, 9 kararı). Bu tür kısıtlamaları savunanlar, bundan dolayı “böyle bir kısıtlamanın onaylanması için gerekçe gösterme konusunda ağır bir sorumluluk taşır.” Bununla birlikte, ön kısıtlamalar açıkça beğenilmiyor olsa da, ifadenin kendisi “kendi kendini kullanan bir kılıç” değil, ön kısıtlamaların nasıl çalışacağına dair bireysel analizlere yönelik bir taleptir (bkz: Kingsley Books, 354 U.S. at 441–42). İhtiyati tedbirin uygunluğunu incelerken, empoze edilmek istenen konuşma kategorisinin ve böyle bir haksızlığın giderilmesinin bir kişinin özgürce konuşma özgürlüğü üzerindeki etkisini aklımızda bulundurmaktayız.11
1. Texas Hukuku, İhtiyati Tedbirin İftira Davalarında Kullanılamadığına Dair Klasik Kuralla Uyumludur.
“Anglo-Amerikan hukukunun geleneksel kuralı, “eşitliğin iftirayı kabul etmek demek olmamasıdır” (Chemerinsky, 57). Eşitliğin iftiraya onay vermeyeceği ilkesi, genel hukukta yaklaşık iki yüzyıldır yaygın bir kabul görmektedir. Ex parte Tucker ve Hajek’teki geçici ihtiyati tedbirlere yönelik muamelemiz ve ön kısıtlamalarla ilgili daha yakın tarihli kararlara karşı tutumumuz, Texas kanunlarının mevcut durumunun gelecekteki konuşmaya ilişkin bu alışılmış kurala uygun olduğuna dair şüphe bırakmamaktadır.
Ön kısıtlamanın “sadece yaklaşan tehlikeden kaçınmak için gerekli olduğunda” (Davenport, 834 S.W.2d at 9) ve sadece “bu zararı önlemenin en az kısıtlayıcı yolu olduğunda” (Ex parte Tucci, 859 S.W.2d 1, 6 (Tex.1993)) kabul edilebilir olabileceğini belirttik. (Ayrıca bkz. Hajek, 647 S.W.2d at 255; Ex parte Tucker, 220 S.W. at 76)12 Tucker’da, Texas Anayasası’nın yasakladığı, “bir kişinin konuşma özgürlüğünü kısıtlamak” ve “Anayasanın izin verdiği bu özgürlüğü bir kişinin kötüye kullanmasını cezalandırmak” arasındaki önemli ayrımı açıkladık:
Madde I, Bölüm 8’in amacı, ‘konuşma özgürlüğü’ ve ‘basın özgürlüğü’ dediğimiz şeyi korumak ve aynı zamanda bu özgürlük veya özgürlüğün kötüye kullanılmasından dolayı tüm kişileri yasaya karşı sorumlu tutmaktır. Ayrıcalığın kötüye kullanılmasının sorumluluğu, metinle de tam olarak vurgulandığı gibi ayrıcalığın her türlü kısıtlamadan muaf olmasıdır. Ancak imtiyazın kötüye kullanılması ile hüküm emirleri başka hiçbir şekilde ele alınmayacaktır. Bu, konuşma hakkının reddedilmesiyle düzeltilmemeli, sadece yasaya aykırı söylenenler için uygun cezalarla düzeltilmelidir. Hükmün amaçladığı şey hakkın kullanılmasının engellenmesi değil, hakkın kötüye kullanılması için cezalandırılmasıdır. Engellenmemiş konuşma hakkı olmadan bireyde konuşma özgürlüğü olamaz. Sessizliğe zorlayacak veya konuşma biçimini şekillendirecek bir güçle bir arada var olamaz. Hakkın kötüye kullanılmasının sorumluluğu, doğası gereği, hakkın kullanımında özgürlüğü önceden varsayar. Bu, herhangi bir yerde, onun uygulanmasını önlemek için otoritenin reddedilmesidir.
Hajek’te açıkça belirttik ki, “tek başına iftira, bir bireyin özgürce konuşma hakkını kısıtlamak için yeterli bir gerekçe değildir.” Temyiz mahkemelerimiz, iftira için uygun çözümün ihtiyati tedbir değil, tazminat olduğunu kabul etmeye devam etmiştir. (“İftira ve işle ilgili aşağılama ile ilgili faaliyetlerden kaynaklanan net zararların ölçülmesi genellikle zor olsa da, yine de bu tür bir zararın, ön kısıtlamanın anayasal incelemeye dayanması için gerekli seviyeye yükselmediği iyi bilinmektedir”).
2. İhtiyati Tedbirler, Korumalı Konuşmayı Kesmeden İftiranın Neden Olduğu Zararı Etkili Şekilde Düzeltemez.
Hajek’in “ABD Yüksek Mahkemesinin uzun yıllar süren müdahale emsal kararını görmezden geldiğini” iddia eden Kinney, iftira niteliğindeki konuşmaya karşı duruşma sonrası tedbirlerin Birinci Değişiklik ile tutarlı olduğunu iddia etmek için müstehcenlik ve ticari konuşma bağlamında tedbirleri onaylayan Yüksek Mahkeme içtihatlarına güvenmektedir. Örneğin Kingsley Books’ta Yüksek Mahkeme, belediyelerin müstehcen olduğuna karar verilen yazılı ve basılı materyallerin devam eden satışını yasaklamasına izin veren bir New York yasasını değerlendirdi. ABD Yüksek Mahkemesi yasayı onayladı ve “daha önce yayınlanmamış ve henüz rahatsız edici bulunmayan konulardaki kısıtlamaları titizlikle durdurduğunu” kabul etti. Buna karşın Mahkeme, Near v. Minnesota davasında iptal edilen tüzüğün mahkemelere “bir yayının gelecekteki sayılarının yayılmasını emretme yetkisi verdiğini, çünkü eski sayılarının saldırgan bulunduğunu” belirtti.
Ve Pittsburgh Press Co. – Pittsburgh İnsan İlişkileri Komisyonu davasında, Yüksek Mahkeme, bir gazetenin yerel bir ayrımcılıkla mücadele yasasının uygulanması uyarınca cinsiyete özgü yardım aranan reklamları yayınlamaya devam etmesini yasaklayan bir idari emri onayladı. (“Bir filme, cezai yargılamada kanıt olarak muhafaza edilmesi amacıyla gerçek amaçla el konulması ve tarafsız bir sulh hakimi tarafından olası müstehcenlik tespitinin ardından çıkarılan bir müzekkere uyarınca el konulması ve el koymanın ardından derhal adli bir karar verilmesi bir muhalif yargılamadaki müstehcenlik sorununun herhangi bir ilgili tarafın talebi üzerine mevcut olması durumunda, el koymaya anayasal olarak izin verilebilir. Yargılama mahkemesine filmin diğer kopyalarının sergilenmeye müsait olmadığının gösterilmesi üzerine, mahkeme el konulan filmin kopyalanmasına izin vermeli, böylelikle müstehcenlik konusunun bir muhalif yargılamada adli çözümlenene kadar serginin devam ettirilebilmesi gerekir. Aksi takdirde film iade edilmelidir.”) Mahkeme, söz konusu konuşmanın yasadışı ticari konuşma oluşturduğu sonucuna varmıştır ve tedbirin “tartışmaya açık bir şekilde korunan konuşmayı tehlikeye atmadığını” ve bu nedenle de izin verilebilir olduğuna karar vermiştir.
Bu kararlardan sonra bile, burada sunulan konuyu ele alan birkaç mahkeme, tek başına hakaretin gelecekteki konuşmalara karşı bir tedbiri haklı çıkarmayacağı şeklindeki geleneksel kurala bağlı kalmaya devam etti. “Hem Oklahoma’da hem de Texas’ta hakaretin temel kanunu, parasal zararların yeterli ve uygun bir çözüm olduğu ve ihtiyati tedbirin mevcut olmamasıdır.” (“İftira niteliğindeki konuşmayı bastırmak için bir emir bulunmamasınıı kara harf olarak kabul ediyoruz.”); Pennsylvania Anayasası, Willing v. Mazzocone davası)
İhtiyati tedbir talebinin “eşitliğin olmayacağına dair sağlam yerleşik kural ışığında” anlamsız olduğuna dikkat çekmektedir. (Karalayıcı konuşmalara karşı kalıcı bir tedbirin, Pennsylvania Anayasası’nın, Texas Anayasası I. Maddesi, Bölüm 8’ine büyük ölçüde benzer bir hükmünü ihlal ettiğine karar vererek) . Buna karşılık, az sayıda eyalet, yukarıda atıfta bulunulan Yüksek Mahkeme davalarına, hakaret içeren ifadelere karşı dar bir şekilde çizilmiş, duruşma sonrası tedbirlerin anayasaya uygun olduğunu ileri sürerek atıfta bulunmuştur. (Bkz. Hill – Petrotech Res. Corp., 325 S.W.3d 302 (Ky.2010); St. James Healthcare – Cole, 178 P.3d 696 (Mont 2008); Balboa Island Vill. Inn, Inc. – Lemen, 156 S. 3d 339 (Cal. 2007); Retail Credit Co. – Russell, 218 S.E.2d 54 (Ga.1975); O’Brien – Üniv. Cmty. Tenants Union, Inc., 327 N.E.2d 753 (Ohio 1975); ayrıca bkz. Lothschuetz – Carpenter, 898 F.2d 1200 (6th Cir.1990)). Örneğin, mahkeme, Balboa’da söz konusu ihtiyati tedbir aşırı geniş olsa da, bir mahkemenin bir kişinin esasa ilişkin bir yargılamanın ardından iftira niteliğinde olduğu belirlenen ifadeleri tekrarlamasını yasaklayan bir tedbir kararı çıkarabileceği sonucuna varmıştır.
California Yüksek Mahkemesi, Kingsley Books ve Pittsburgh Press’in “hukuka aykırı olduğu tespit edilen ifadenin tekrarlanmasını yasaklayan ihtiyati tedbir kararının bir ön kısıtlama teşkil etmediğini” belirtmiştir. Mahkeme, Balboa’da söz konusu ihtiyati tedbir aşırı geniş olsa da, bir mahkemenin, esasa ilişkin bir yargılamanın ardından iftira niteliğinde olduğu düşünülen ifadeleri tekrarlamasını yasaklayan bir emir çıkarabileceği sonucuna varmıştır. Kingsley Books ve Pittsburgh Press’i bu kadar geniş bir şekilde yorumlamamakta ve haklarını karalama bağlamına genişletmeyi reddetmekteyiz. Bu amaçla, Oakley’deki bölge mahkemesiyle, hakarete karşı tedbir kararlarının zorunlu olarak “etkisiz, aşırı geniş veya her ikisi” olduğu için kabul edilemez olduğu konusunda hemfikiriz (Bkz. Injunction in Defamation Cases).
Bir yandan, herhangi bir talimatın anlamı olabilmesi için amacın da etkili olması gerekir (Bknz. Neb. Press Ass’n v. Stuart, 427 U .S. 539, 565 (1976)) (amacına ulaşmak için “uygulanabilir bir yöntem olarak yayına ilişkin ön kısıtlamanın olası etkinliğini” değerlendiren); Bkz. N.Y. Times Co. – Amerika Birleşik Devletleri, 403 U.S. 713, 744 (1971). Bir iftira davasındaki en kısıtlı ihtiyati tedbir, iftiracıyı iftira hükmü verilen ifadeyi tam olarak tekrarlamaktan alıkoyacaktır. Böyle bir emir, hakaret eden kişiyi, sadece, hakaret içeren mesajı iletmeye yetecek kadar ifadeyi kurcalayarak, ancak yine de tedbirin mektubuna bağlı kalarak kelime oyununa davet etmektir. Kinney sözlü tartışmada olduğu kadar aradığı emrin “büyük ölçüde aynı” konuşmayı da kapsayacağını veya iftira hükmüne varan ifadede “asli olmayan değişiklikler” yaptığını kabul etmiştir. Ancak bir emrin bu şekilde kapsamını genişletmek, aşırı genişlik sorununu tetikler. Aşırı geniş kapsamlı konuşma kısıtlamaları, hukuken korunan potansiyelleri nedeniyle anayasaya aykırıdır (“Kapsamlı bir kanun, kapsamı içinde hem korumalı hem de korumasız geniş bir ifade faaliyetini tarar.”) (Bkz. 980 S.W.2d 425, 435 (Tex.1998)) (bkz. Ashcroft – Free Speech Coal., 535 U.S. 234, 237 (2002)). İftira bağlamında endişe, iftira niteliğinde olduğu tespit edilen konuşmanın yasaklanmasında, ihtiyati tedbirin hakaret içermeyen söylemleri de makul olmayan bir şekilde yasaklamasıdır (Bkz. 1995 tarihli Lawson – Murray, 515 US 1110, 1114 kararı) (“Konuşmayı kısıtlayan tedbirlerin, tamamlanmış veya yaklaşan bir yasa ihlaline dayalı olsalar bile karşıt görüşleri bastırmak için güçlü bir araç olarak hizmet edebilmesi tehlikesi yeterince açıktır”). İftira içeren konuşmalara karşı uygun bir tedbir kararının hazırlanmasındaki özel güçlük, haksız fiilin bağlamsal doğasından kaynaklanmaktadır. Mahkeme, bir ifadenin iftira niteliğinde olup olmadığını değerlendirirken, bunu “sıradan zekaya sahip bir kişinin tüm ifadeyi nasıl algılayacağına dayalı olarak çevreleyen koşullar ışığında bir bütün olarak” yorumlamaktadır (Bkz. Musser – Smith Koruyucu Servs., Inc., 723 S.W.2d 653, 655 (Tex.1987)). İftira niteliğindeki konuşmanın doğası gereği bağlamsal niteliği göz önüne alındığında, en dar biçimde hazırlanmış ihtiyati tedbirler bile korumalı konuşmayı emretme riski taşır, çünkü farklı bir zamanda ve farklı bir bağlamda yapılan aynı ifade artık dava edilemez. Doğru olmayan ifadeler daha sonra doğru olabilir; ayrıcalıksız ifadeler daha sonra ayrıcalıklı hale gelebilir. Kinney, böyle bir senaryoda iftiracının “[emredilen ifadenin] artık iftira niteliği taşımadığı bilgisine güvenerek konuşabileceğini” savunarak bu endişeyi reddetmektedir. Ancak böyle bir konuşmacı, konuşmama emri ile bağlı olduğunda ne kadar kendinden emin olabilir? Kaliforniya Yüksek Mahkemesi, Balboa’da, “koşullarda böyle bir değişiklik olursa, davalı, ihtiyati tedbir kararını değiştirmek veya feshetmek için mahkemeyi harekete geçirebilir” demiştir (Bkz. 156 S.3d, 353.). Bir kişinin aşağılamaktan kaçınmak için mahkemeden doğruyu konuşmak için izin istemesinin bir cevap olmadığını düşünmekteyiz. Bkz. Pittsburgh Press, 413 ABD, 390 (“Bir ön kısıtlamanın özel kusuru, iletişimin Birinci Değişiklik tarafından korunmadığına dair yeterli bir belirleme yapılmadan önce doğrudan veya konuşmacıda aşırı dikkat uyandırarak bastırılacak olmasıdır.”) (Ayrıca bkz. Balboa, 156 S..3d sf 357). “Bir vatandaşın dürüstçe konuşmadan önce hükümetten izin almasını zorunlu kılmak, önceki kısıtlamaları önlemek için anayasal ifade özgürlüğü garantisinin “temel amacı” ile doğrudan çelişen “sansürün özüdür”. (Bkz. Near, 283 US 713 ve Kingsley Books, 354 US 445).
Bu endişeler, iftira içeren ifadelerin kelimesi kelimesine tekrarlanmasının sınırlanmasının ötesine geçen ve “büyük ölçüde benzer” ifadeleri kapsayan bir emir için daha da güçlü bir şekilde geçerlidir. Konuşmadaki ince farklılıklar, böyle bir emrin satırlarını belirsizleştirecek ve bir ifadenin kendi parametrelerine girip girmediğini belirlemeyi son derece zorlaştıracaktır. (Balboa, 156 S..3d, 356; Oakley, 879 F.Supp.) Örneğin, bir mahkemenin, bir sanığın “John Smith küçüklere tabanca satıyor.” ifadesini ve benzer ifadeleri tekrarlamasını engellediğini düşünelim. Hakaret eden kişi, Smith’in yasadışı silah satışı işiyle uğraştığını veya Smith’in işinin ülke çapındaki okul saldırılarıyla ilgili sorunlara katkıda bulunduğunu daha genel bir şekilde ifade edebilir mi? “Tabanca” kelimesi “av tüfeği” olarak değiştirilebilir mi? Bu belirsizlikler, Yüksek Mahkeme’nin müstehcenlik davalarının uygulanamazlığını vurgulamaktadır. Bir tiyatro sahibini müstehcen olduğuna karar verilen bir filmi göstermekten alıkoyan kalıcı bir mahkeme emri yalnızca o film için geçerlidir ve diğerleri, yaptırımların hor görülme korkusu olmadan gösterilebilir (Bkz. Paris Adult Theatre I v. Slaton, 413 U.S. 49, 55–56 (1973)). Pittsburgh Press, müstehcenlikten ziyade ticari söylem içeriyor olsa da, benzer şekilde kategorize edilebilir. Yüksek Mahkeme, yerel bir ayrımcılık karşıtı yasanın uygulanması uyarınca bir gazetenin cinsiyete özgü yardım aranan reklamlar yayınlama uygulamasını sürdürmesini yasaklayan bir idari emri onaylamıştır. Bununla birlikte Mahkeme, onaylanan emrin hakaret yargılamalarıyla cezalandırılamayacağını ve “yayının etkisine ilişkin spekülasyon gerektirmediği için tartışmaya açık bir şekilde korunan konuşmayı tehlikeye atmayacağını” vurgulamıştır. Yukarıda da tartışıldığı gibi, bu kesinlik, gelecekte anayasal olarak korunan ifadeleri, kabul edilmesi zor bir duruma getiriyor.
Buna karşılık, mahkemeler, bir web sitesinde yayınlanan iftira ifadelerinin silinmesine karar vermek gibi, önceden kısıtlama olmayan söylemle ilgili ihtiyati tedbirler çıkardığında bu tür endişeler ortaya çıkmaz. İftira niteliğinde olduğuna hükmedilen ifadelerin kaldırılmasını talep eden zorunlu tedbirler ile tekrarına izin vermeyen yasaklayıcı tedbirler arasında yasal olarak ikna edici bir ayrım vardır. Böylelikle ordu mahkemeleri; Devletin, Madde I/Bölüm 8 ile güvence altına alınan temel ifade özgürlüğünü ihlal etmemesini sağlarken, iftiraya uğramış tarafları korumak için ek bir araçla donatılmıştır.
Buna göre, Texas Anayasasının, iftira kararının ardından ileride konuşmaya karşı tedbir kararına izin vermediğini düşünmekteyiz. Asliye mahkemeleri, iftirayı etkili bir şekilde defetmek amacıyla ifade özgürlüğünü kısıtlayacak kararlar verme konusunda anayasasının gerekliliğine uymayacak donanıma sahip değildir. Bunun yerine, aşağıda tartışıldığı gibi, tazminatlar, hakaret davalarında anayasanın izin verdiği caydırıcı unsurlardır.
C. Tazminatlar Genelde İftira için Uygun Çözümlerdir.
Texas’ın uzun süredir iftira davalarında ihtiyati tedbirlere izin vermeyi reddetmesine uygun olarak, Texas’ta iftira için belirlenmiş en iyi çözüm, tazminata hükmedilmesidir. Bu, gelir kaybı gibi ekonomik zararları, itibar kaybı ve zihinsel ıstırap gibi ekonomik olmayan zararları ve hatta gerçek bir kötülük bulgusu üzerine cezai zararları içerebilir. Tazminat verilmesi uzun süredir iftiracılara karşı etkili bir araç olarak görülmektedir (Hancock v. Variyam davası) (“Zarar verme korkusu bir ceza kanununa göre kovuşturma korkusundan çok daha fazla engelleyici olabilir”).
Kinney, tazminatın, yargılamaya dayanmayan bir seri iftiracı tarafından yapılan iftira niteliğindeki konuşmanın sonucunda mağdur için hiçbir çare olamayacağı hakkındaki endişesini dile getirmektedir. Tazminat, iftiracıyı caydırmayabilir, çünkü ya zararları ödeyecek paraya sahip değildir ya da bir dizi para cezasını ödemesi onun için önemsizdir. Tahsil edilebilir olsa bile tazminata hükmedilmesinin iftira edilen davacıya tam bir çözüm sağlamayacağı bir senaryo hayal etmek de kolaydır. Örneğin, yalan bir şekilde pedofili ile suçlanan bir ifade düşünün. Muhtemelen, ifadenin tekrarlanmasını yasaklayan bir emir, davacı için büyük önem taşıyacaktır. Bu senaryo, mantığı bizden kaçmayan Balboa’da enine boyuna tartışılmıştır (Bkz. 2007 tarihli Balboa Village A.ş ve Lemen davası) (“Dolayısıyla, para tazminatlarına ilişkin bir karar davacıya her zaman devam eden bir karalama modelinden etkili bir kurtulma sağlamayacaktır.”). Bununla birlikte, Texas vatandaşlarına tanınan anayasal korumalar mali durumlarına bağlı değildir (“Ne bu ne de başka herhangi bir mahkeme, bir sanığın servetinin anayasal ifade özgürlüğü hakkına yönelik bir ön kısıtlamayı haklı kılabileceğine karar vermemiştir”). Pennsylvania Yüksek Mahkemesinin Willing’de belirttiği gibi, anayasal olarak bir kişinin kendi fikrini özgürce ifade etme hakkının kullanılması, bu hakkı iddia eden bireyin ekonomik durumuna bağlı olmamalıdır. Yine de, bir sanığın tazminat ödeyememesine ilişkin ön kısıtlamaların ödenmesini şart koşmak tam da bunu yapacaktır.
Ayrıca, iftira davalarında tazminatın etkili bir çözüm sağlamayacağı endişesi yeni bir sorun değildir, ancak bir ön kısıtlamayı gerekçelendirmek için bunu hiçbir zaman yeterli bulmadık. Örneğin, iftira davalarında, ihtiyati tedbir değil, sembolik tazminatlar, fiili zararların kanıtlanması zor olduğunda veya talep edilmediğinde verilir; çünkü dava davacının karakterini bir jüri kararı ile doğrulamak amacıyla açılmıştır. Karalayıcı konunun yanlışlığını belirler. Ve Yüksek Mahkeme, iftira için bir çare olarak tazminatların potansiyel yetersizliğinin, ek bir rahatlamaya kapı açmadığını açıkça kabul etmiştir: “İftira içeren yalancılığın getirebileceği yıkım, elbette, genellikle hukukun kapasitesinin ötesindedir. Yine de kusurlu olsa da bir tazminat davası, itibarı yanlış bir şekilde lekelenen bir adama kanunun verdiği haklılık veya tazminat için tek umuttur.” Aynı mantığı uygulayarak, biz de bu bağlamda ön kısıtlamalara kapı açmayı reddetmekteyiz.
D. İnternetin Gelişi
Son olarak, Kinney’nin İnternet’in sunulan konuya ilişkin olarak oyunun kurallarını değiştirdiği yönündeki argümanını ele alıyoruz çünkü “birisinin, hedefini birkaç saniye içinde geniş bir izleyici kitlesine karalamasını sağlıyor.” İnternetin dünyanın en büyük özgür fikir alışverişi platformu olma statüsünü pekiştiren aynı özellikler, – herhangi bir kişinin şehir haber yazarı veya broşür yazarı rolünü üstlenebileceği kolaylık ve hız – daha az koruma alma çağrılarını da ateşledi (Bkz. Şubat 2000 tarihli Lyrissa Barnett Lidsky, Silencing John Doe davası).
Bununla birlikte, Yüksek Mahkeme, ifade özgürlüğü korumalarını hareketli bir hedef haline getirmeyi kararlı bir şekilde reddetti ve “belirli bir medyaya veya belirli bir siyasi konuşmayı yaymak için kullanılan teknolojiye dayanan anayasal çizgiler çizmeyi reddetmeli ve sonra yeniden çizmelidir.” görüşünde bulundu. Ve İnternetin gelişiyle ilgili olarak Mahkeme, bir konuşmada eşitleyici ve güçlendirilmiş siyasi söylem için bir geçit olarak rolünü savunmada daha da ileri gitmiştir, Reno’da “İlk Değişiklik inceleme düzeyini nitelemek için hiçbir temel yoktur, bu ortama uygulanmalıdır.” denmiştir (bkz. 521 U.S. at 870). Bu şekilde, Yüksek Mahkeme, İnternet üzerinden konuşma için eşit İlk Değişiklik korumasını garanti eden kesin bir tutum aldı. Mahkeme ayrıca, “tazminatı” kusurlu olsa da, yasanın hakaret mağdurlarına tanıdığı yasal bir yol olarak kabul etmiştir. Kinney’nin ortaya attığı politikanın, anayasal olarak korunan konuşmayı gevşeten bir risk oluşturacak şekilde iftira niteliğinde konuşmaları yasaklamayı haklı gösterdiğine ikna olmadığımızı belirtmekteyiz.
Kinney’nin, siber zorbalık ve çevrimiçi nefret söylemi olgusunu ele alma gereği nedeniyle ihtiyati tedbir davasının daha zorlayıcı hale getirildiği yönündeki iddiasına yanıt olarak son bir not alınmaktadır. Burada hiçbirinin söz konusu olmadığını söylemek yeterlidir. Bugün, “tek başına bir bireyin özgürce konuşma hakkını kısıtlamak için yeterli bir gerekçe olmadığını” savunmaya devam etmekteyiz. Ancak yukarıda tartışıldığı gibi, gelecekteki konuşmalara yönelik tüm emirlerin kendiliğinden anayasaya aykırı olduğuna asla karar vermedik ve bunların bir tehlike tehdidi oluşturan konuşmayı kısıtlamak gerekebileceğini kabul etmekteyiz. Söz konusu olmayan konuşmaya karşı talep edilen bir ihtiyati tedbirin doğruluğunu ele almamız gerekmediği gibi, böyle bir talebin altında yatan gerçekleri ve koşulları analiz etmeden de yapmamalıyız.
IV. Sonuç
Devletin eyleminin ifade özgürlüğünü düzenleyen anayasal sınırları aşıp aşmadığını değerlendirirken, mahkemeler “boğucu konuşmayı korumaktan ziyade herhangi bir şüphenin faydasını sağlamalıdır.” İftira niteliğinde olduğu düşünülen yayınlanmış konuşmanın kaldırılmasını gerektiren kalıcı bir ihtiyati tedbir bir ön kısıtlama olmamakla birlikte, bu karara dayanan gelecekteki konuşmayı yasaklayan bir emrin, korumalı konuşmayı yasaklamaya dahil etmekle tehdit ettiğini ve Texaslılar için Texas Anayasası Madde I, Bölüm 8 kapsamındaki ifade özgürlüğünün bir ihlali olduğunu düşünmekteyiz. Asliye mahkemesi, herhangi bir türden bir ihtiyati tedbirin uygulanamayacağına karar verdiği için, mahkeme, Kinney’nin talep ettiği ihtiyati tedbirin bir ön kısıtlama teşkil etmediği ölçüde, özet karar verme konusunda hata yapmıştır. Bu nedenle, temyiz mahkemesinin kararını bozduk ve davayı, bu görüşle tutarlı başka işlemler için ilk derece mahkemesine gönderdik.
DİPNOTLAR
1. Barnes’a göre, Kinney daha önce aynı sanıklara karşı maddi tazminat talep eden ancak ihtiyati tedbir olmayan bir hakaret davası açmış ve davayı reddetmişti.
2. Şu anda ifade edildiği şekliyle hüküm 1876’ya kadar uzanmaktadır, ancak benzer bir hüküm 1836 Texas Bağımsızlık Anayasasının bir parçasıydı. (Marty R. Akins, B. Lee Ware, Russell B. Serafin, Tom L. Pettiette, Houston, temyiz için.)
3. Bkz., örneğin, Stuart, 427 US, 561 (“ Mahkemenin ulusal varlığımızın neredeyse dörtte biri için söylediklerini ve baştan sona ima ettiklerini terk etmedikçe, ön kısıtlamanın önündeki engellerin yüksek kalacağı açıktır.”)
4. Davenport, 834 S.W.2d 9’da; Hajek – Bill Mowbray Motors, Inc., 647 S.W.2d 253, 255 (Tex.1983) Ex parte Price, 741 S.W.2d 366, 369 (Tex.1987) (Gonzalez, J., aynı fikirde) (“Ön kısıtlamalar anayasal geçerliliğine karşı ağır bir karine ile yargı incelemesine tabidir.”)
5. Tex. Mut. Ins. Co. – Sur. Bank, N.A., 156 S.W.3d 125, 128 (Tex.App.-Fort Worth 2005, evcil hayvan yok) (“Ön konuşma kısıtlamaları muhtemelen anayasaya aykırıdır.”); San Antonio Express – News – Roman, 861 S.W.2d 265, 267 (Tex.App.-San Antonio 1993, orijinal işlem)
6. Bkz. Erwin Chemerinsky, İftira Davalarında Tedbirler, 57 Syracuse L.Rev. 157, 173 (2007) (“Birinci Değişikliğin 216 yıllık tarihinde, Yüksek Mahkeme, bir karalama davasında önceden bir kısıtlamayı sürdürmeyi gerekli bulmuştur”); A. Siegel, Hakaret Tedbirleri, Jüriler ve 1868 Aydınlatıcı Merceği, 56 Buff. L.Rev .. 655, 656 (2008).
7. The Big Lebowski (PolyGram Filmed Entertainment & Working Title Films 1998) (“Bilginiz olsun, Yargıtay ön kısıtlamaları kesin olarak reddetti.”).
8. Tabii ki, ihtiyati tedbirlerin yine de karşılanması gerekir. Bir davacı, zararların yetersiz olduğunu veya herhangi bir maddi standartla ölçülemeyeceğini göstermelidir. Palm Valley Kasabası – Johnson, 87 S.W.3d 110, 111 (Tex.2001) Ve anayasal ifade özgürlüğüyle ilgili hususların yanı sıra, Barnes’ın üzerinde kontrol sahibi olmadığı web sitelerinden ifadelerin kaldırılmasını istemesini sağlayacak bir emrin uygunluğu konusunda da hiçbir görüş beyan etmemekteyiz. Yalnızca, önceki kısıtlamalara uygulanabilecek anayasal endişelerin, ihtiyati tedbirin iftira niteliğinde olduğuna karar verilen yayınlanmış bir ifadenin kaldırılmasını gerektirmesi durumunda mevcut olmadığını savunmaktayız.
9. Talep edilen ihtiyati tedbirin ikinci kategorisine ilişkin geçici ve kalıcı tedbirler arasında olumlu bir ayrımın olmaması, geçici bir ihtiyati tedbir almak için yerine getirilmesi gereken şartlarla vurgulanmaktadır. Bir başvuru sahibi, diğer şeylerin yanı sıra, “aranan olası bir yardım hakkını savunmalı ve kanıtlamalıdır”. Butnaru – Ford Motor Co., 84 S.W.3d 198, 204 (Tex.2002). Esasa ilişkin bir başarı olasılığının gösterilmemesi halinde, geçici bir ihtiyati tedbir konulmayabilir. Duruşmada geçerli olan standart kesinlikle daha yüksek olsa da, kalıcı emrin etkisi aynıdır: konuşma gerçekleşmeden önce kısıtlanır.
10. Sorun, Yüksek Mahkeme’ye Tory v. Cochran davasında sunulmuştur. Tory v. Cochran davası Bu durumda, tanınmış avukat Johnnie Cochran, Tory’nin Cochran’ın hizmetlerinden memnuniyetsizliği nedeniyle Cochran’ın ofisinde grev yapmak ve avukata tehdit mektupları göndermek gibi faaliyetlerde bulunmaya başladıktan sonra eski bir müşteri olan Ulysses Tory’ye dava açtı. Tory, mahkeme kararını engelleyerek faaliyetlerine devam edeceğini belirtti ve ilk derece mahkemesi, Tory’nin karalayıcı konuşmasına karşı kalıcı bir tedbir kararı verdi. Tory temyizde bulundu ve meseleyi bugün Yargıtay’a sundu. Bununla birlikte, Cochran sözlü tartışmadan kısa bir süre sonra öldü ve Mahkeme, Cochran’ın ölümünün, tedbir kararının Cochran’ı iftiradan korumaya yönelik “temel gerekçesini kaybetmesine” yol açtığını belirterek soruyu yanılttı.
11. Taraflar, Kinney’nin, iftira içeren konuşmanın Texas ve ABD Anayasaları uyarınca “korumalı” konuşmadığına ilişkin iddiasından feragat edip etmediğine itiraz etmektedir. Bu anlaşmazlığı, yalnızca söz konusu konuşmanın türünü ve kalitesini –bu durumda iftira niteliğinde konuşma– onu sınırlamanın anayasallığından ayıramayacağımızı belirterek çözmekteyiz.
12. Bu kavramı bir tıkanıklık emrini gözden geçirme bağlamında uygulayarak, Davenport’ta böyle bir emrin “anayasal incelemeye yalnızca yargı sürecine yakın ve onarılamaz bir zarar vereceğine dair kanıtlarla desteklenen belirli bulguların olduğu durumlarda dayanacağını belirttik. Davacıları anlaşmazlıklarının adil bir şekilde çözülmesinden mahrum bırakmak ve adli işlem, bu zararı önlemek için en az kısıtlayıcı yolu temsil etmektedir.“
Yargıç LEHRMANN, Mahkemenin görüşünü sundu.
Çeviri metninin aslına ulaşmak için tıklayınız…
Teşekkür:
Akademik çalışmalar yapma konusunda bizi cesaretlendiren, ve çeviri çalışmalarımızı yayınlama fırsatı veren değerli hocamız Ahmet Fevzi KİBAR’a ve çalışmamızı büyük bir emekle gözden geçirerek son halini almasına katkı sağlayan ekip arkadaşımız Bilal BAŞER’e teşekkür ederiz.
Son olarak yaptığımız çalışmalarda bize destek olan, bizi sürekli motive eden kıymetli ailelerimize teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Betül – Hatice
Teşekkür:
Bu değerli metni emek vererek kamunun istifadesine sunan değerli öğrencilerim Betül ve Hatice’ye teşekkürü borç bilirim. Bilal Başer’in her bir çeviri metnini detaylıca inceleyerek onlara değer katması sebebiyle kendisine teşekkürü borç bilirim.
Ayrıca, bu iki arkadaşımızın birbirlerinin emeklerine duydukları saygıdan ve ruhlarındaki nezaketten dolayı birbirilerinin isimleri, kendi isimlerinden önce yazdırma çabasına da bizzat şahit oldum.
Ahmet Fevzi Kibar