Öğrenci Edebi Çalışma

Sizin Hiç Babanız Öldü mü?

sizin hiç babanız öldü mü?
Arş. Gör. Ahmet Fevzi Kibar

Hissettiklerimi kendime tercüme edebilecek tek bir söz öbeği aradım zihnimde. Üniversiteye başladığımdan beri üç dil öğrenmiştim. Ancak üç dilde de kalbimi sızlatan bu acıyı anlatabilecek tek bir cümle bile kuramadım. İşte o zaman anladım.

(HİKAYE)

YAZAR: NİSA NUR KÖKSAL

“Sizin hiç babanız öldü mü? 
Benim bir kere öldü kör oldum.
Yıkadılar, aldılar, götürdüler.
Babamdan ummazdım bunu kör oldum.”

Cemal Süreya

Evin sokağın girişine bakan tarafındaki balkonda oturmuş pakette kalan son sigaramı içiyorum, küllük tıka basa dolmuş, çayım bardakta soğumuş. Hafif rüzgârlı olmasına rağmen oldukça bunaltıcı bir yaz gecesi, sokak ıssız, muhtemelen sabah namazı için kalkmış birkaç daire dışında bütün sokak uykuda. Aylardan temmuz, saat beş on beş. Babamı defnedeli on dört gün olmuş. On dört koca gün. Acayip bir his. Tarifi nasıl yapılır henüz öğrenemedim ama böyle hissetmemeyi bu gece her şeyden çok isterdim.

Tam da böyle zamanlarda insan ruhunun kanayan yaralarını açıp gösterebilse keşke, kalbinin parça parça olmuş tüm kırıklarını avcuna doldurup acısını dillendirebilse. Eğer böyle bir şey mümkün olsaydı, tek kelime dahi etmeden, içimde olup biten her şeyi gözler önüne serebilseydim neler değişirdi, hangi yaralar gerçekten iyileşirdi bilmiyorum ama ben çok daha iyi hissederdim sanırım. En azından ne zaman ruhumda bir yara açılsa, onu oradan çıkartıp “bak ne kadar acıyor” diye gösterebilirdim. Böylelikle kelimelerin gücünün her hissi anlatmaya yetmediği gerçeğiyle bu kadar erken yüzleşmek zorunda kalmazdım.

İçtiğim son sigara bitince onu da diğer tüm sigaralar gibi küllükte söndürdüm. Boş sigara paketini elimde buruştururken gözüm sokağın girişine ilişti. Hava aydınlanmaya başlamış, sokak lambasının soluk ışığı iyice cılızlaşmıştı. Çöp konteynerinin önünde eşelenen sokak kedisinde bile ayrı bir mahzunluk vardı. Sokağın girişine uzun uzun bakmak istedim. Belki babam birazdan yine elinde deri çantasıyla köşeyi dönerdi, hani olmazdı da, olur ya…

Küçükken beni omzuna alır sokağın girişinden eve kadar öyle getirirdi babam. O omuzda sokaktaki küçük esnafa el sallarken, kaldırımın kenarında oyun oynayan çocukların yanından babamın omuzunda geçerken dünyanın en süper kahraman çocuğu gibi hissederdim kendimi. O omuza binemeyecek büyüklüğe geldikten sonra oyuncak arabalarım yarı yolda kalmaya, boya kalemlerim resimlerime renk vermemeye, balonlarım patlamaya başladı. Sonra büyüdüm sandım. Uçurtmamın ipi çözüldü, babam öldü.

Gözümü sokağın girişinden alamadan, geride bıraktığım mutlu yıllara, içi sevdiklerimle dolu bir otobüsün ardından el sallıyormuşçasına baktım. Bir şansım daha olsaydı o sokaktan babamın omzunda kaç kere daha geçebileceğimi düşündüm. Önünden her geçtiğimizde babamla göz göze geldiğimiz mahalle bakkalı Tahsin amcadan kaç tane daha elma şekeri alabilirdim, para üstü diye bana kaç şekerli sakız daha verirdi? Bir şansım daha olsaydı babamla kaç mutlu fotoğrafımız olurdu?

Oturduğum iskemleden öylece doğruldum. Babamın emektarıydı bu hasır iskemle, gazetesini okurken, cam kenarındaki rengârenk saksılara annemin sevdiği petunyalardan ekerken, yaz akşamlarında eski yazlığın bahçesinde enişteme düşeş atarken yanından ayırmazdı. Ona da dedemden kalmış bu küçük iskemle. Altıncı yaşıma girdiğimden beri her pazar banyoda annemin çeyiziyle getirdiği işlemeli aynanın karşısında tıraş olurken, bu iskemleye çıkar onu izlerdim. Ona hayran, meraklı bakışlarım hoşuna gider aynadan bana gülümserdi babam. Şimdi de o aynanın kenarına annemin cenazeden sonra iliştirdiği fotoğrafından gülümsüyordu.

Gözümün iliştiği her eşyada bir hatıraya yakalanınca daha iyi anlıyorum çok zor bir meslekmiş evlat olmak, babanı kaybettiğin vakit. Bir iskemleye bakarak ağlamak ister mi insan? İstiyormuşsun işte… Böyle bir şey ölüm, hiçbir avuntusu yok bunun, yeniden babanın dizlerinde uyuyabileceğine dair bir umudun kalmamış, isteyerek bırakmamış seni ama bırakmış işte.

Hasır iskemleyi balkondan alıp, babamın eşyalarını topladığımız çatı katındaki küçük odaya götürdüm. Kapıyı açtığım anda havasızlıktan içeride oluşan o toz kokusunu hissetmiştim. Öksürdüm. Bu daracık odayı çalışma odası olarak kullanırdı babam. O çalışma odası dese de biz bilirdik, beş çocuklu, yedi torunlu bir evde, kendisiyle baş başa kalacağı küçük dinlenme tesisiydi onun için. Dedemin kitaplığından aldığı eski basım kitaplarını okur, köy öğretmenliği yaptığı sırada öğrencileriyle çektirdiği fotoğraflarına bakar, öğretmenlik yıllarında yazdığı günlüğüne göz gezdirir, askerdeyken annemin kendisine yazdığı mektupları burada muhafaza ederdi. Küçük dünyasıydı bu oda babamın.

Televizyon izlemeye alt kattaki salona indiği zamanlarda görürdük yüzünü, güldüğüne de en çok o zaman şahit olurduk. Salondaki geniş, yuvarlak masayı annem akşam yemeği için hazırlarken, torunları kucağını doldururdu babamın, biz hasbihal ederdik. Bakkal Tahsin amcanın ekmekler yüzünden fırıncı Süleyman amcaya olan borcunu, mahalle kahvesinde Hasan ve Mehmet amcanın çay borçları yüzünden takıştığını anlatırdı babam, birlikte gülerdik.

Yüksekokul diplomamı alacağım günü hasretle bekledi. Dört ablam üniversite okumadan evlenmiş, babam onları mezun edemeden telli duvaklı gelin etmişti. Onlardan sonra Ankara’da üniversite kazanınca çok gururlanmıştı babam. Hissettirmese de o; ben bilirdim, bana ayrı bir düşkünlüğü vardı. Küçüklüğümden beri o işe gitmeden kapıya koşar, ayakkabılarını kapının önüne çıkartır, hayırlı işler dilerdim. Akşam o henüz gelmeden sokağın girişine oturur, omuzuna çıkmak için yolunu gözlerdim.

Dersleri uzadığında ise çok ağlardım. Akşam ezanı okunur, annem eve çağırırdı, o akşamlar binemezdim babamın omuzuna ama bakkal Tahsin amca yine de verirdi elma şekerlerimi. Para almaz, veresiye yazar, baban öder, derdi. Alnımdaki küçük yara izi de öyle bir günden kalma. Babamın mesaisi uzamış, annem balkondan eve çağırmıştı. Ağlaya ağlaya eve koşarken tökezleyip düşmüş, başımı vurmuştum. Babam anca dikiş atılırken yetişebilmiş ve ellerimi tutmuştu. Hiç ağlamadım. Çünkü ben dünyanın en süper kahraman çocuğuydum babam yanımdayken. O akşam babamın omzuna binememiştim ama eve kadar babamın kucağında gelmiştim.

Artık gün iyice aydınlanıyordu. İskemleyi odaya bırakıp çıkarken babamın eşyaları arasında bir gömlek takıldı gözüme, on iki gün sonraki doğum günümde giymesi için ilk maaşımla almıştım babama. Eve geldiğim akşam denemesi için ısrar etmiştim de ilk kez doğum günümde giymek istemiş, erkenden giymeye kıyamamıştı. Ne tuhaf değil mi ölmüş birinin yarım bıraktıklarını tamamlamaya güç yetirememek? Oysa ben bizim mahallenin en süper kahraman çocuğuydum. En güçlüydüm. Babamın omuzundayken hep yenilmezdim. Babam elimden tutunca öyle dik yürüyormuşum ki, babam elimi bıraktığında nasıl düşeceğimi hesap edememişim.

Odadaki her küçük detay içimdeki yangını körüklerken odanın kapısını kapattım, karşı koridordaki odama geçtim. Yatağıma uzandım. Bir saate kalmaz ev halkı uyanır, neşesini yitirmiş yuvarlak yemek masasında kahvaltı için toplanırdık ama bu sefer yemeğe başlamak için babamı bekleyemezdik. Kahvaltıdan sonra anneme pazar alışverişi için para bırakan olmazdı, merdivenden koşarak inip babamın ayakkabılarını koymak isterdim kapının önüne ama bu sefer giyen olmazdı. Gözlerimi kapattım. Hissettiklerimi kendime tercüme edebilecek tek bir söz öbeği aradım zihnimde. Üniversiteye başladığımdan beri üç dil öğrenmiştim. Ancak üç dilde de kalbimi sızlatan bu acıyı anlatabilecek tek bir cümle bile kuramadım. İşte o zaman anladım.

“Babam öldü ve yaşamak bir süreliğine ertelendi.”

Ankara (07.07.2020)

Teşekkür:  Bana ve tüm akademik çalışma okulu öğrencilerine desteğini esirgemeyen, kıymetli görüşleri ile yazıma değer katan sayın hocam Ahmet Fevzi KİBAR’ a çok teşekkür ederim.

Ayrıca değerli yorumları ile yazıma değer katan başta Abdülhamit Kurucu, Berranur Yuruk, Turabi Tilki, Mustafa Sincar olmak üzere tüm akademik çalışma okulu öğrencilerine teşekkür ederim.

Yazar Hakkında

Ahmet Fevzi Kibar

Akademisyen, Hukuki Danışman ve Yazar
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Özel Hukuk yüksek lisans mezunu ve İstanbul Üniversitesi Özel Hukuk doktora eğitimi (devam ediyor). Kişiler, Aile, Eşya, Miras, Borçlar, Gayrimenkul, Fikri Mülkiyet ve Ürün Sorumluluğu Hukuku alanlarında çalışma yapmaktadır. Ayrıca hikâye, deneme ve eleştiri yazarlığı da yapmaktadır. Evli ve baba.

5 Yorumlar

  • Çok yoğun ve anlamı derin bir hikaye. Gökyüzündeki yağmur damlaların toprağı yavaşça ıslatması gibi bir an vardır .O an herkes için farklıdır. Bu farklılık için sayın yazara şükranları sunuyorum.

  • Bu kadar güzel yazıya dökülür mü böylesine derin bir yara? Dökülürmüş,dökülmüş.

  • Bu kez satırları birden fazla okumamın sebebi anlamsız cümleler değil, gözlerimin her satırda biraz daha buğulanmasaydı. Kaleminize sağlık, tebrik ederim.

Yorum Yap