(ELEŞTİRİ)
YAZAR: TURABİ TİLKİ
Türkiye hukuk ve siyaset tarihi, sürekli hukuku siyasetten ayıramamanın sorununu yaşamış ve bu uğurda ağır bedeller ödemiştir. Yasama, yürütme ve yargı bağımsızlığı tartışmaları her dönemde bir öncekine göre artarak devam etmiştir. Bu üçlü ayrımı savunanlar bile güç sahibi olunca bağımsızlığı göz ardı etmiş ve siyasi hayatlarında sözleri ve davranışları arasındaki tutarsızlıklara yenilerini eklemeye devam etmişlerdir.
Şu an Türkiye’de yasama ve yürütme bir bütün olmuş denilebilir. Bu belki hızlı yürütme, hızlı karar alma ve gerektiğinde hızlı müdahale açısından daha iyi olabilir ancak ne olursa olsun yargının bağımsızlığı korunmalıdır. Yargı siyasetin oyunlarına alet edilmemelidir. Yargı da asıl işi adaletin tesis edilmesi için olan bu gücünü siyasetin kontrolü için kullandırtmamalıdır.
Yargı, siyasi tartışmalardan olabildiğince uzak kalmalı ve siyasi oyunlar için bir silah olarak kullanılmamalıdır. Çünkü mahkemeler halkın vicdanıdırlar. Eğer bu vicdan halkın hiçbir zaman güvenemeyeceği ve güvenmemesi gereken siyasilerin kirli oyunlarına alet edilmiş olarak görülürse o zaman vicdanı rahat uyuyamaz. Öyle bir ortamda adalet yok olmaya mahkûm edilmiş olur.
Mahkemelerin siyasileşmesi savunma makamı olan avukatların da siyasallaşmasına neden olacaktır. Ancak avukatların dolayısıyla baroların siyasallaşması ancak ve ancak adalet alanında ortaya çıkan siyasallaşmaya karşı olmalıdır. Yani baronun yapması gereken mesleğin siyasetini yapmaktır. Öyle ki barolar bu siyasallaşmayı genişletir ve baroların yönetiminde olan kişiler baroları bireysel siyasi düşüncelerini savunmak için kullanırlarsa, şüphesiz barolarda siyasetin kirli oyununa dâhil olup meşruiyetlerini kaybetmiş olacaktır.
Çoklu baro meselesinde hükümetin (cumhur ittifakı) yanlış yaptığı barizdir. Bu durum her zamanki gibi yarını düşünmeden sanki bir iktidar edası ile hareket ederek ülkede kendine karşı olan her bir kuruma uyguladığı tasfiye planıdır. Daha önce de buna benzer örneklere şahit olduk. Hükümetin yaptığı bu hamle baroların her yaptığının doğru veya yanlış olduğu anlamına gelmiyor.
Herkesin bildiği gibi Türkiye’deki mevcut baroların çoğu takım tutar gibi parti tutuyor ve kendilerini onların hem doğrusunun hem de yanlışının savunucusu pozisyonunda görüyorlar.
Kendilerini siyasetin merkezine oturtmak isteyen baroların yapmaları gereken işler, asıl sorumlulukları açıktır. Bunu onlara kanunla yazıp vermenin bir anlamı olmayacaktır. Aslında bunu kendileri de gayet iyi biliyorlar. Avukat sayısının aşırı artışı, stajyer avukatların “köle” gibi görülmesi ve staj durumundan diğer avukatların yararlanması, hukuk fakültelerinin sayısının artması, özel üniversitelerin öncelikle hukuk fakültesi açıp eğitim kalitesini ve geçme notunu düşürerek bilgisiz hukukçular yetişmesine sebep olması sorunlar için barolardan beklenilen önce bu konularda hükümete karşı kılıcını çekmesiydi. Baroların yapması gereken böyle bir duruma düşmeden önce bulundukları konumu hükümete karşı siyasi bir parti edası ile silah olarak kullanmamak ve kullandırtmamaktı. Her muhalefet-iktidar tartışmasında ne olursa olsun da iktidar devrilsin gibi sakıncalı bir düşünce ile hareket etmemeli asıl yapılması gereken meslek siyasetine odaklanılmasıydı.
Barolar her ne kadar başkanlık sisteminin kabulünde buna karşı olduklarını söylemiş olsalar da güçlü bulundukları konumu maalesef bir diktatörden farksız şekilde yönetmeye çalışıyorlar. Baroların içinde oluşturulan dikta yönetim şeklinin kaldırılması, başta bağımsız avukatlara daha sonra da yasa koyucuya düşmektedir. Baro başkanları ya da baroların yönetiminde olan kişiler siyasi düşüncelerini avukatlara dayatmaktan vazgeçmeli ve yaptıkları her açıklamada sanki baroya kayıtlı tüm avukatların asıl isteği buymuş gibi algılanabilecek konuşmalar yapmamalıdır. Gruplaşmaların önüne geçmek için yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Her il çevresinde tek baroda adil bir temsil sistemi kurulmalıdır.
Mevcut hükümetin yapması gereken bu taraftarlığı bitirmek iken, aksine kendine yeni savunucular bulmak, ülkedeki her bir kurumu ele geçirmek için böl, parçala ve yönet taktiğini uygulayıp adaletin savunucusu olması gereken baroları ve avukatları daha da siyasetin içine çekmiştir.
Metin Feyzioğlu ile Erdoğan arasında geçmişte yaşanan tartışmayı herkes bilir. O dönem Başbakan olan Sayın Erdoğan, Metin Feyzioğlu’nu siyasi konularda konuştuğu için eleştirmiş, tartışmışlardı. O tarihte belli ki baroların siyasete karışmasının yanlış olduğunu düşünen Sayın Erdoğan bugün farklı düşünüyor olacak ki baroları bölerek siyasi düşünce farklılıklarına göre, baroların gruplaşmasının önünü açıyor.
Bugünü düşünüp sırf kendi iktidarının devamlılığını sağlamak için her gün fikir değiştirip iktidarda kalmaya çalışarak, asıl işi savunma olan ve yalnızca hukuku gözeterek tavır alması gereken barolar bugün, dünden daha fazla siyasi bir oyunun ortasına düşmüş, düşürülmüştür. Türkiye hukuk ve siyaset tarihi açısından bir trajediden daha fazlasıdır bu durum.
NOT: Bu yazıdaki görüş ve fikirler tamamen bana aittir. Mensubu olduğum akademik çalışma okulu üyelerinden herhangi biri ya da Ahmet Fevzi KİBAR Hocanın sorumluluğu yoktur.
TEŞEKKÜR: Bizleri akademik çalışma okulu çatısı altında toplayan yazılarımızı paylaşma cesareti veren ve yazılarımıza vakit ayırarak özenle inceleyip eleştiri ve yorumlarıyla yazılarımızı geliştirmemizi sağlayan değerli Hocam Ahmet Fevzi KİBAR’ a bu çabalarından dolayı öncelikle teşekkürü bir borç biliyorum.
Yazıma dair eleştiri ve yorumlarıyla yazımı güzelleştiren akademik çalışma okulu arkadaşlarımdan Mustafa DÜNDAR, Berranur YURUK, Direnç YÜKSEL, Tuğba ALTINTAŞ’ a ve akademik çalışma okulu üyelerine teşekkür ederim