(HİKAYE)

YAZAR: Mustafa DÜNDAR

Bu hikâye ülkemizde kanser tedavisi ücretsiz hale getirilmeden önce İç Anadolu’da özel bir hastanede yaşanan olaydan ilham alınarak yazılmıştır.

*  *  *  *  *

Öksürük, nefes darlığı, uykusuz geçen günler, ağrılar, sancılar, inlemeler… Tam altı aydır bu halde. Ne rahat bir uyku uyuyabiliyor ne de uyanıkken huzur buluyor. Bu illet vücudunda baş gösterdiğinden beri görmediği tedavi, kullanmadığı ilaç, içmediği bitkisel çay, yemediği ot kalmamıştı. Ölümü dört gözle bekliyordu ama ölüm onu henüz özlememişti.

          Tam altı ay olmuştu… Halinden şikâyet eden biri değildi hatta hasta olduğunda, bir yeri ağrıdığında ya da bir sıkıntısı olduğunda dahi şikâyet etmiş gibi görünmemek için bunlardan asla bahsetmezdi. Herkes onu her zaman mutlu, sağlıklı, dertsiz görürdü. Hâlbuki böyle bir insan olmasına imkân var mı? Kimisi “gamsız” derdi kimisi “hiçbir şeyi kafasına takmıyor ondan böyle domuz gibi” fakat gerçek hiç de öyle değildi. Altı ay önce göğsünde vuku bulan ve sırtında daha fazla hissettiği ağrıya dayanacak gücü kalmadı. Sadece ağrı olsa belki dayanabilirdi ama bunun yanında nefes almada da sıkıntı çekiyordu, geceleri nefessiz kalarak uyanmaya başlamıştı. Utana sıkıla, başını önüne eğerek ve kem küm ederek bu sıkıntısını hayat arkadaşı, tek dostu Zehra ile paylaşmıştı. Zehra duyduğunda yüzü bembeyaz oldu, zorlukla yutkundu, gözünden bir damla yaş geldi. Aslında ikisi de bu belirtilerin neye işaret ettiğini tahmin ediyorlardı. Zehra hızlı bir el hareketi ile gözünden akan yaşları sildi:

            –Üşütmüşsündür canım, üstün hep açık yatıyorsun. Kaç defa dedim sana ama sakalım yok ki dinleyesin.

            Semih, Zehra’ya bakıp tebessüm etti:

            -Kendimizi kandırmayalım bence, bu sıradan bir üşütme değil…

            Birbirlerine baktılar, sarıldılar. İkisinin de gözlerinden yaşlar süzüldü. Ciğerleri ağrıyan Semih’in şimdi kalbine öyle bir sancı girmişti ki sanki bir muharebe ortasında okçuların arasında kalmış gibiydi. Böyle olmazdı, üzülerek iyileşemezdi. Önce iyi bir doktor bulup muayene olmak lazım gelir. Zehra, üç gün boyunca doktor araştırdı. En iyi doktor bir özel hastanede imiş. Özel hastaneye para mı yeter? Semih sıcak bakmadı bu işe fakat devlet hastanesinde de sırası, tahlili derken hayli zaman geçecekti. Önemli bir şey varsa şayet  sonuçlar çıkana kadar iş işten geçmiş olacaktı. Maddi durumları çok iyi değildi. Memur maaşı işte… Zehra, “kredi çekeriz”, dedi fakat bu fikir Semih’e sıcak gelmedi. Bankalara bulaşmak akıl kârı değildi. Vücudu istila etmiş et yiyen kurtçuklar gibi sarardı insanı. Parasını almak için her türlü şeyi yapardı bu banka denilen iyilik meleği görünümlü şeytan. Belki iyileşirdi Semih ama bankalar onu muhakkak öldürürdü.

            –Bu doktora muayene olmanın bedeli neymiş?

            Zehra lafı ağzında biraz dolandırdı. Hemen cevap veremedi. Neredeyse maaşın dörtte biri doktora gidecekti. Fiyatı duyunca Semih’in hemen reddetmesinden korkuyordu.

            500 lira imiş. Bir yerlere kayıtlı olunca da 438 lira oluyormuş.

            Nere kayıtlı olmak gerekiyormuş?

            Valla söyledi de unuttum ama sorar öğreniriz. Hem sen kredi çeksen bak çok rahat ederiz, muayene de olursun, tedavini de ettiririz.

        Hele dur bakalım. Önce bir muayene olalım duruma göre düşünürüz kredi çekme işini. Daha ucuz doktor yok muymuş canına yandığımın memleketinde.

            En iyisi bu, kim gittiyse memnun kalmış. Hem senin canından değerli mi?

     Yahu doktor doktordur, hastalık hastalıktır. Sihirli değnek mi var bunda dokununca iyileştirecek beni?

            Öyle deme. Hepsi bir olur mu hiç? Kendini geliştiren, araştıran, sürekli çalışan doktorla mezun olduğu dönemde kalan, yeniliklerden bihaber doktor bir olur mu? En basit bir ameliyatta bile insanı sakat bırakan hatta öldüren doktorlar var. 

            Ameliyat mı? Ameliyat sözünü duyunca dış dünyaya kendini kapattı Semih. On altı yıl öncesine gitti. Hastane kapısı önünde bekliyordu. Henüz sekiz yaşındaydı. Sabah okuldan ayrılırken sımsıkı sarılmıştı annesine. Okula gitmek istemiyordu o gün. Annesinin yanında kalıp kokusunu içene çekmek istiyordu. Sanki hissetmişti olacakları. Annesi son günlerde iyice ağırlaşmıştı. Allah’tan komşusu Rezzan Teyze gelip ihtiyaçlarını gideriyordu yoksa Semih nasıl bakacaktı annesine o yaşta? Okula gittikten iki üç saat sonra fenalaşmıştı annesi. Rezzan Teyze hemen ambulansı arayıp hastaneye götürdü komşusunu sonra da okula gidip Semih ve Zehra’yı aldı. Zehra, Rezzan Teyze’nin kızı aynı zamanda Semih’in sınıf arkadaşı. Semih hastane kapısı önünde bekliyordu. Annesi daha bir hafta önce ameliyat olmuştu. Ara ara da dikiş yerlerinden kan sızıyordu. Sabah akşam Rezzan Teyze gelip pansuman yapıyordu. Annesi son bir haftadır ne yemek yiyebildi ne bir tas su içebildi. Son günlerde çok zayıflamıştı ama bu ameliyattan sonra bir deri bir kemik kalmıştı. Belki de ruhu artık o bedene sığmıyordu ve bunaldığı için de terk etmek istiyordu. “Keşke annem o kadar zayıflamasaydı” diye geçirdi içinden Semih. Yaklaşık bir iki saat beklediler öylece sonra Rezzan Teyze bir elinde mendil bir elinde kıyafetler ile dışarı çıktı. Anlamıştı Semih. Yaşı küçüktü ama anlamıştı. Rezzan Teyzesi sarıldı Semih’e, bir daha bırakmamak üzere sarıldı fakat o da Zehra evlendikten iki yıl sonra bir trafik kazasında göçtü komşusunun yanına.

            –Semih, iyi misin? Daldın gittin.

Omzunda Zehra’nın elini hissedince kendine geldi. Ameliyat deyince aklına annesi gelmişti, o da ameliyattan sonra ölmüştü. Ölmekten korkuyordu aslında içten içe fakat bunu hepimiz bir gün öleceğiz diyerek savıyordu başından.

Neyse, hele bir muayene olayım da ameliyatını falan sonra düşünürüz.

O gün doktordan randevu aldı Zehra ve ertesi gün hastaneye gittiler. Muayene ücretini indirimli haliyle ödediler ancak kan tahlilleri, röntgenler, çeşit çeşit testler derken iki bin liraya yakın masraf çıktı. Sonuçlar pek iyi değildi ancak sonuçlar şöyle dursun Semih’in canı tedavi ücretine çok sıkılmıştı. Nasıl üstesinden gelecekti. İlk günden iki bin lira bırakmışlardı hastaneye ve daha bunun devamı gelecekti, hem de masraflar daha da artacaktı. Zehra, kredi çekmesi için ısrar ediyordu. Şu hayatta tek sığınağı, dert ortağı, yoldaşı belki iyileşirdi diye düşünüyordu. Semih istemiyordu ancak başka çare bulamıyordu. Çevresinde borç alabileceği kimse yoktu. Herkes bankaların kölesi olmuştu. Bankalar için çalışıyor ve her ay maaşlarının yarısını onlara veriyorlardı, kalanla da ancak kendileri geçinebiliyordu. Hem bu kadar parayı kimden bulabilirdi ki? Demek ki o gün bugünmüş. Kendini ne kadar sakınırsan sakın bu bankalara bir şekilde bulaşıyorsun demek ki… Göğsünü ve sırtını saran ağrıyı unuttu Semih ve içinde büyük bir sıkıntıyla bankaya gitti. Hastalığından dolayı oldukça bitkindi fakat bankaya girerken son derece mutlu ve dinç görünmeye çalıştı. Hasta olduğunu anlamamaları hatta hissetmemeleri gerekiyordu. Öyle de oldu. Zaten hasta olduğunu belli etmeyi sevmeyen biriydi Semih ve her zamanki gibi hastalıktan bitap düşmüş bedenini son derece sağlıklı bir insan olarak göstermeyi başardı.  Memnuniyetle kredi verebileceklerini söylediler Semih’e ve verdiler de. Bilmem kaç ay vadeli falan filan… Artık her ay maaşının bir kısmını bankaya verecekti. Kalanı da kendileri kullanacaktı işte… Semih kendini bataklığa doğru çekiliyor gibi hissediyordu.

Altı ay önce ilk o gün hastaneye gitmişlerdi ve sonrasında da bitmek bilmeyen bir tedavi süreci başlamıştı. Akciğer kanseri olduğunu öğrenmişti Semih fakat onu hastalığından çok çekmiş olduğu kredi üzmüştü. Kemoterapiye başlamıştı. Gün geçtikçe daha çok yoruluyordu. Zayıflamaya başlamıştı. Yemek yemek istemiyordu. Ona tek bir şey güç veriyordu: Zehra… Bir gün olsun yalnız bırakmadı Semih’i. Hep yanında oldu, hep sevdi, şefkatle, sabırla tüm ihtiyaçlarını giderdi Semih’in. Tıp doktorları pek fazla ümit olmadığını söylemişlerdi. Bunu duyunca ne kadar bitkisel çay varsa içirdi. Sonraları tavsiye edilen otları toplayıp onlardan karışımlar yaptı yedirdi. Kremler yaptı sırtına ve göğsüne sürdü. Bunların hiçbiri iyi gelmemişti Semih’e. Gittikçe daha da ağırlaşıyordu durumu. Ecel gelince ne şifa olabilirdi ki… Her şeyden gönlü geçmişti. Sırf Zehra’nın hatırına bu otları yiyordu, hele çaylar içilecek gibi değildi ama sonuçta Zehra veriyordu. Zehir olsa içmek icap ederdi. Zehir olsa içerdi ama bunlar zehirden de beterdi. Birkaç yudum hatır için alıyor kalanı da bu iş için yatağının yanına koydurduğu çiçeklerin dibine döküyordu. Her gün ayrı bir çiçek maruz kalıyordu bu işkenceye ama yapacak bir şey yoktu. Zehra’nın gönlü hoş olsun yeter. 

Semih bugün yataktan hiç çıkmak istemiyordu, kalkmamak üzere Zehra’nın dizine yatmak istiyordu. On altı yıl önce de annesinin yanından hiç ayrılmak istememişti. Yine kötü bir şey mi olacak, birileri mi ölecek diye düşünmeye başladı. Şu an ölüm en çok Semih’e yakındı. Ürperdi, hepimiz öleceğiz zaten diyordu fakat ölümü kendine yakın hissedince bir korku kapladı içini. Bugün hastaneye gideceklerdi. Ağrısı çok artmıştı, duramıyordu. Alnı boncuk boncuk terliyordu. Hali kalmamıştı. Zaten son iki haftadır yürüyemiyordu, iki adım atsa nefessiz kalıyordu. Ev içerisinde de tekerlekli sandalye kullanıyordu. Bir deri bir kemik kalmıştı. Sanki ruhu artık bedenine sığmıyordu.

Gitmesek mi bugün hastaneye Zehra?

Olmaz. Gitmemiz lazım, ağrıların için belki bir şeyler yaparlar da az da olsa diner.

Şu saatten sonra ne yapılabilir Zehra? Görmüyor musun halimi?

Allah’tan ümit kesilmez Semih. Yapma lütfen…

Ümidimi kesmiyorum ama halim de ortada. Çok yoruldum, biraz rahat etmek istiyorum.

Bu ağrılarla mı rahat edeceksin cancağzım?

Ağrılarımla hastaneye gitmektense yatmayı yeğlerim.

Sustular. Zehra göz yaşlarının akmasına izin vermedi. Üzüntüsünü, yorgunluğunu, göz yaşlarını acı bir tebessüme sığdırdı ve küçük bir buse kondurdu Semih’in yanağındaki gamzeye. Semih hiç kalkmak istemiyordu fakat Zehra’nın hatırına kabul etti. Önce Zehra hazırlandı sonra Semih’i hazırladı. Semih kendi işini kendi göremiyor desek yeridir. Gücü, kuvveti kalmadı hiç. Tekerlekli sandalyesine oturdu ve çıktılar. Semih önde Zehra arkada otobüs durağına kadar gittiler. Ara sıra bulutların arasına giren güneşe bakarak “bugün güneş bile kendini esirgiyor benden” diye düşündü Semih. Bir filmde duymuştu “bazı acılar kiracıdır” diyordu. Evet, genel olarak acılar insan vücudunda mütemadiyen durmaz; kendine başka bir istirahatgâh bulana kadar durur, bulunca terk eder. Fakat ne yazık ki Semih’in vücudunu satın almıştı bu acı. Yoksa hiçbir acı altı ay kirada kalmaya güç yetiremezdi hele ki kira fiyatları bu haldeyken… Tüm bunları düşünürken hastaneye gelmiştiler bile. Kayıt yaptırmak için sıra bekliyordular. Bir de bu var. Her geldiklerinde illa bir kayıt yapılacak. Maksat para almak canım yoksa kayıt hikâye…

Kayıt sırasında beklerken Semih’i doktorun kapısının önüne bırakıyordu Zehra. Hem insanlar rahat gelip geçsin diye hem de geçerken sürekli Semih’i hareket etmek zorunda bırakmamak içindi bu. Zehra’nın sesini duydu, başını sağ tarafa doğru çevirdi Semih ve kayıt yaptıran kadının “maalesef, ücreti ödemeden kayıt yapamam” dediğini duydu. Ne olduğunu merak etti. Bugüne kadar verdikleri paraya sorun çıkarmayan görevli şimdi neden olmaz diyordu? Zehra kadına dil döktü ancak kadın Nuh diyor peygamber demiyordu, inat etmişti sanki. O para verilecekti. Bir müddet konuştular. Semih bu manzaraya daha fazla dayanamadı. Başını önüne eğdi ve Zehra’nın gelmesini bekledi. Çok fazla zaman geçmeden Zehra geldi.

Ne oldu orada?

Kayıt yaptırdım canım işte. Birazdan doktor gelince alacaklar.

Hayır, bir şeyler oldu orada. Duydum. Kadın, maalesef olmaz, falan dedi.

Zehra anlatmak istemiyordu olanları ancak Semih’in ısrarlarına daha fazla dayanamadı:

Test yapılması gerekiyormuş. Muayeneden sonra yapacaklar. Onun için ekstra ücret istediler.

Test yapılmasını istemiyorum deseydin.

Zorunluymuş. Mecbur kabul ettim fakat ben evden çıkmadan önce muayene ücretini, yol masrafını ve olağanüstü bir durum olursa diye düşünerek para almıştım yanıma.

Yetmedi mi para?

Beş lira eksik kaldı. Cüzdanın her yerini aradım, ceplerime baktım ama yok. Bir dahaki gelişimizde vermeyi teklif ettim kabul etmedi. Biraz beklerse şayet aşağıdaki büfeci Mehmet amcadan borç alıp vermeyi teklif ettim onu da kabul etmedi. Paranın tamamını almadan kayıt yapamıyormuş aksi halde sıradaki hastaları bizim yerimize almak zorunda kalacakmış. Bizi de parayı getirene kadar sıranın sonuna öteleyecekmiş. Uğraş dur yani…

E kayıt işini nasıl hallettin?

­Sırada bekleyenler arasında genç bir çocuk vardı. Herkes duymuyor gibi davranırken o yardımcı olabileceğini söyledi. Cebinden on lira çıkardı, kabul edersem verebileceğini söyledi. Ben de borç olarak kabul ettim. Çıkışta Mehmet amcadan borç alıp ona vereceğim. Allah razı olsun ondan. Yaşı genç ama kendinden yaşça büyük olanlardan daha duyarlı, merhametli.

Allah razı olsun. Görüyorsun değil mi biz bütün servetimizi buraya yatırdık ama onlar beş lira için belki saatlerce burada bekletecekler, sıramızı yok sayacaklar. Parayı bulamasak işlem dahi yapmayacaklar adeta ölüme terk ediyorlar.

Zehra’nın da en çok bu durum zoruna gitmişti zaten. Bugüne kadar ne kadar istedilerse eksiksiz vermişti. Şimdi bir beş lira için değer miydi? “Görevli kız kendi veremez miydi” diye düşündü Zehra, sonra “belki onun da yoktu” dedi. “Başka arkadaşlarından rica edemez miydi, edebilirdi illa ki birinde beş lira fazla vardır yani ama yapmadı işte” dedi kendi kendine. Sonra “her beş lirası eksik çıkana böyle yardım etseler kendilerinde para kalmaz” diye düşündü. Aman neyse canım yardım etmek zorunda değil ya Allah’tan o genç orada hazır bulunuyordu da yardımına koştu Zehra’nın. Hızır gibi yetişmişti…

Semih muayene oldu, gerekli test de yapıldı. Doktor yüksek doz ağrı kesici verilmesinin de doğru olmayacağını düşündüğü için ağrılara yapılacak bir şey olmadığını eve gidip istirahat etmesi gerektiğini söyledi. Zehra, Semih’i kapıya doğru çevirdi, tam çıkacakken doktor:

Bir de…

Zehra hemen bir umut varmışçasına döndü.

Evet, doktor bey?

Bundan sonra bir daha hastaneye gelmenize gerek yok. Evinde istirahat etsin. Daha fazla yorulmasın hastamız.

Zehra’nın gözünden bir damla yaş süzüldü. Bunun ne demek olduğunu biliyordu ama inanmak istemiyordu. Toparlandı, sesi titreyerek:

Teşekkür ederiz doktor bey, dedi.

Teşekkür ederiz demekten başka ne denebilirdi ki? Hem üzgün hem kızgındı. Doktor nasıl olur da böyle bir şeyi Semih’in yanında diyebilirdi? Demek ki durum bu kadar vahimdi. Tekerlekli sandalyeyi yavaşça ilerletti Zehra. Kapıyı doktorun sekreteri açtı. Çıktılar. Sanki bütün insanlar onlara bakıyordu. Semih’in başı önündeydi, gömleği ıslanmıştı biraz. Yanaklarından süzülen gözyaşlarıydı bu ıslaklığın müsebbibi. Zehra’nın gözleri o genci aradı. Hastane içerisinde göremedi. Mehmet amcanın orada bekliyordur belki diye düşündü. Aşağı indiler. Hava kapalıydı, yağmur havası vardı. Mehmet amcanın yanına geldiler. Genç adam orada da yoktu.

Mehmet amca buraya genç bir beyefendi geldi mi?

Nasıl biri kızım?

Siyah takım elbisesi vardı, beyaz gömlekli. Zayıf, uzun boylu. Elinde bir de siyah çanta vardı.

Yok kızım. Hem tarif ettiğin gibi biri buraya niye gelsin?

Güldü Mehmet amca. Sonra:

Semih oğlum nasıl oldu bakalım?

Bir daha hastaneye gelmemize lüzum kalmamış…

Zehra’nın ses tonundan anlamıştı Mehmet amca. Daha fazla soru sorarak bunaltmak istemedi.

Bir ihtiyacınız var mı kızım?

Aslında var Mehmet amca. Yol paramız kalmadı. Olan bütün paramızı hastaneye verdik.

Mehmet amca hemen kasadan bir miktar para verdi. Yol parasını fazlasıyla karşılıyordu.

Borç olarak alıyorum amca. İlk fırsatta ödeyeceğim…

Problem değil kızım. Ne zaman istersen, müsait olursan verirsin.

Semih sohbete dâhil olmuyordu. Zaten konuşacak hali de kalmamıştı. Çok yorulmuştu. Ayakları uyuşuyordu sanki. Biraz da baş ağrısı vardı. Otobüse bindiler. Semih pencere kenarına oturdu. Dışarı bakıyordu. Arabalar, insanlar, öğrenciler, takım elbiseli adamlar, yeni kuaförden çıkmış kadınlar… Herkes çok hızlı hareket ediyordu. Bu kadar enerjiyi nereden buluyorlardı? Hızlı hızlı nefes alıp vermekten yorulmuyorlar mıydı? Başları ağrımıyor muydu? Son günlerde adım atmaya mecali kalmamıştı Semih’in ve şimdi bu insanların bu kadar hızlı hareket etmesine, oradan oraya koşturmasına şaşırıyordu. Yürümek, koşmak, yorulmak nasıl bir duygu unutmuştu. İnsanlar nefes nefese kalırken Semih nefes alamadığı için bayılıyordu çoğu zaman. Bir ara tabelalara baktı. Sokak isimlerine takıldı gözü. Ne çok çıkmaz sokak varmış burada Kılıç çıkmazı, Sünbül Çıkmazı, Arzu Çıkmazı… Böyle dört beş tane üst üste çıkmaz sokak vardı. Sokak isimlerini içinden tek tek saydı Semih ve “benim halim ne peki” diye düşündü. Üzgündü, sinirlendi ve “benimki ölüm çıkmazı ulan ölüm, dahası var mı?” dedi hafif sesli bir şekilde ve gözünden bir damla yaş daha süzüldü.

İnecekleri durağa yaklaştılar. Zehra kalktı, Semih’i hazırladı. Otobüsten indiler. Semih önde Zehra arkada eve doğru gidiyorlardı. İkisi de konuşmuyordu. Evin kapısının önüne geldiler. Semih o kadar zayıflamıştı ki Zehra onu bebek gibi kucağına alıp bir yerden bir yere rahatlıkla götürebiliyordu. Yine Semih’i incitmeden, yeni doğmuş bir bebeği kucaklar gibi kucakladı Semih’i. Kapının önündeki banka oturttu. Tekerlekli sandalyenin tekerlerini sildi. Semih derin derin nefes alıp veriyordu. Dudağındaki morluk artmıştı. Göğsünden hırıltı sesi geliyordu.

İyi misin Semih? diye sordu Zehra.

 Semih el hareketi ile iyi olmadığını ifade etti. Zehra hemen kucaklayıp içeri götürüp yatağına yatırmak istedi. Oksijen verirse kendine gelir diye düşünmüştü fakat anlaşılan ölüm artık Semih’i özlemişti ve buluşma vakti gelmişti. Nefes almakta iyice zorlanmaya başladı. Zehra kucakladı Semih’i. Tam kapının eşiğinden içeri adım atacaktı ki Semih kollarının arasından hareketsiz bir şekilde süzüldü ve yere düştü. Zehra, Semih’in başını eliyle tuttu ve yavaşça yere bıraktı. Gözleri yaşlıydı. “Bu kadar çabuk muydu?”, diye düşündü. “Doktoru haklı çıkardın be Semih’im” dedi. Ağlıyordu. Bir yandan da hayat arkadaşının yanağını okşuyordu. “Son kez gül be Semih. Son kez öpeyim o gamzenden canım. Beni böyle bir başıma bıraktın. Daha Mehmet amcaya borcumuzu ödeyecektik. Bayılmış ol n’olur. Aç gözlerini hadi hayatım…”

Semih anlamıştı aslında. On altı yıl önce annesi vefat etmeden önce hissettiklerine benzer şeyler hissetmişti. En çok hastanede beş lira eksik diye kayıt yapmamalarından anlamıştı. Doktor da bir daha gelme demişti zaten. Ölüm Çıkmazına girmişti Semih ve bu sokağa bir kere girdin mi dönüşü yoktur.

TEŞEKKÜR: Hikayemi özenle inceleyen, yorum ve eleştirileri ile hikayeme kalite ve tat katan kıymetli hocam Ahmet Fevzi KİBAR’a çok teşekkür ederim.

Hikayemi yazma sürecinde yardımlarını esirgemeyen annem Suzan DÜNDAR’a ve ablam Fatma İrem KARTUN’a teşekkür ederim.

Hikayemi inceleyen yorum ve eleştirileri ile katkı sağlayan Akademik Çalışma Okulu üyesi kıymetli arkadaşlarım Nisa Nur KÖKSAL, Furkan KACUR ve Muhammed Enes TAVLİ’ye müteşekkirim.

Yazar Hakkında

Ahmet Fevzi Kibar

Akademisyen, Hukuki Danışman ve Yazar Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Özel Hukuk yüksek lisans mezunu ve İstanbul Üniversitesi Özel Hukuk doktora eğitimi (devam ediyor). Kişiler, Aile, Eşya, Miras, Borçlar, Gayrimenkul, Fikri Mülkiyet ve Ürün Sorumluluğu Hukuku alanlarında çalışma yapmaktadır. Ayrıca hikâye, deneme ve eleştiri yazarlığı da yapmaktadır. Evli ve baba.

Yazarın Diğer İçerikleri