(TÜRK BORÇLAR HUKUKU İLE KARŞILAŞTIRMALI)
I. GENEL OLARAK
CISG m. 74 hükmü gereğince, anlaşma kapsamına dâhil olan bir satım sözleşmesi akdeden taraflardan herhangi birinin (satıcı veya alıcının), sözleşmeden yahut anlaşmanın yedek hükümlerinden doğan herhangi bir veya birden çok yükümlülüğünü ihlal etmesi durumunda, diğer tarafın tazminat talep etme hakkı doğacaktır[1]. CISG kapsamında her iki tarafa da tanınmış olan tazminat talep etme imkânı, alıcı bakımından m. 45/1/b temelinde doğarken[2] satıcı bakımından m. 61/1/b temelinde doğacaktır[3]. Bahsi geçen maddelere göre, tarafların tazminat sorumlusu olabilmesi için sözleşme yahut CISG hükümleri uyarınca öngörülen yükümlülüklerden herhangi birini ihlal etmeli gerekli ve yeterlidir[4]. İhlal edilen yükümlülüğün asli yahut tali yükümlülük olmasının herhangi bir önemi olmadığı gibi Türk Borçlar Hukuku’nun aksine tarafın tazminat sorumluluğunun muhatabı olabilmesi için kusuru da şart değildir[5].
CISG sistematiğinde sözleşmenin her iki tarafına da tanınmış olan tazminat hakkı, öncelikle m. 74 hükmü kapsamında genel olarak, eğer sözleşmenin ortadan kaldırılması durumu varsa m. 75[6] ve m. 76[7] hükümleri uyarınca özel olarak talep edilebilecektir[8]. Ayrıca m.75 ve 76 özel hükümleri gereğince talep edilen tazminat, m. 74 gereğince öngörülen genel tazminat hakkını ortadan kaldırmamaktadır. Bir diğer deyişle, m. 74 ve 75’in işletildiği durumlarda karşılanmayan zarar miktarı m. 74 anlamında karşılanabilecektir. CISG m. 75 ve 76 özel hüküm olması hasebiyle m. 74’ den önce uygulama alanı bulur, ancak m. 74 genel hüküm olarak onları tamamlar[9]. Ayrıca tarafların uğradıkları zararların tazminini talep haklarının yanında m. 77 gereğince zarar azaltma külfetleri de mevcuttur. Zarar azaltma külfetinin yerine getirilmemesi tazminat hakkını ortadan kaldırmayacak ancak külfetin ihmali oranında tazminattan indirim söz konusu olacaktır[10]. Son olarak m. 78 gereğince taraflar 74. Madde uyarınca talep etme hakkına sahip oldukları tazminata halel gelmeksizin faiz talep hakları bulunmaktadır.
İlgili maddelerin incelenmesine geçilmeden önce belirtilmesi gereken bir husus da CISG kapsamında öngörülen tazminat müessesesi, özellikle Amerikan Hukuk Sistemi’nde işletilen cezalandırıcı nitelikteki (punitive damages) değildir[11]. CISG kapsamındaki tazminat, zarara uğrayan tarafın uğradığı zararı ve mahrum kalınan karı tazmin etmeyi amaç edinmektedir[12].
II. TAZMİNATIN İLKELERİ
A. TAM TAZMİN İLKESİ
Tazminatta en önemli konu zararın nasıl hesaplanacağıdır. CISG m. 74, tazminat miktarı belirlenirken esas alınacak zararın hesaplanması bakımından iki temel ilke öngörmüştür[13]. Bunlar; denkleştirmeyi esas alan tam tazmin ilkesi (principle of full compensation) ile öngörülebilirlik ilkesi (foreseeability) dir.
CISG’ da benimsenen tam tazmin ilkesi, ihlal meydana gelmeseydi zarar gören tarafın malvarlığının içinde bulunacağı değeri esas alan (differenztheorie) kıta Avrupası sistemi ile sözleşmeden umulan menfaatlerin öncelikle tazmin edilmesini öngören Anglosakson sisteminin sentezi hükmündedir[14]. Bu sentez sonucu hem uğranılan fiili zarar (damnum emergens) hem de yoksun kalınan kar (lucrum cessans) tazminat kapsamında talep edilebilecektir[15]. Bir diğer deyişle, sadece sözleşmenin gereği gibi ifasından beklen menfaatin (ifa menfaati – expectation interest) değil, ayrıca sözleşmenin gereği gibi ifa edilmemesi sonucunda mallara ve alıcının haklarına gelecek zarardan kaçınılmasına ilişkin menfaatin (bütünlük menfaati – indemnity interest) de korunması amaçlanmaktadır[16].
Maddenin birinci cümlesine göre, “taraflardan birinin sözleşmeyi ihlali halinde ödenecek tazminat, mahrum kalınan kar dâhil olmak üzere, ihlalden dolayı diğer tarafın uğradığı zararın toplamına eşittir.” Maddede düzenlenen kural ‘kısa fakat etkilidir[17]’. Kendisine sözleşme aracılığıyla vaatte bulunulan taraf, vaatte bulunan tarafın kusurunun bulunup bulunmamasına bakılmaksızın, sözleşmenin ihlali dolayısıyla uğradığı bütün zararların[18] tümüyle tazmin edilmesini bu ilkeye dayanarak isteyebilecektir[19]. Bir diğer deyişle tazmin edilecek zarar, vaatte bulunan taraf vaadini yerine getirseydi diğer tarafın içinde bulunacağı ekonomik durum ile vaadini yerine getirmemesi sonucu içinde bulunduğu durum arasındaki ‘maddi kayıp[20]’tır. Tam tazmin ilkesindeki amaç, sözleşme gereği gibi ifa edilseydi zarar gören tarafın içinde bulunacağı ekonomik durumun sağlanmasıdır[21]. Böylece zarar gören tarafın tazminat aracılığıyla zenginleşmesinin önüne geçilmek istenmektedir[22]. Nitekim CISG’ın bu ilke ile tazminat mekanizmasından hedeflediği amaç ne cezalandırma ne de önleme değildir ancak denkleştirmedir[23].
Tarafın ifa menfaatinin korunmasıyla aslında uğradığı müspet zararın tazmini amaçlanmaktadır[24]. Müspet zarar, tarafın sözleşmenin geçerli kalarak yükümlülüğün ifa edilmesindeki menfaatin gerçekleşmemesi sonucunda uğranılan zarardır[25]. Diğer bir deyişle yükümlülük ihlalinde bulunan tarafın ihlalde bulunmasaydı diğer tarafın içinde bulunacağı ekonomik durum ile ihlalde bulunması dolayısıyla mevcut durumda içinde bulunduğu ekonomik durum arasındaki farktır. Ancak anlaşma hükümlerinde müspet zarar – menfi zarar ayrımı yapılmadığı[26] gibi ayrıca bu kavramlara yer verilmemiştir de. Çünkü CISG sistematiğinde bu ayrıma gerek yoktur. Zira taraflar sözleşmeden dönme durumun dahi müspet zararın tazminini isteyebilmektedirler[27]. Bu sebeple CISG de bu ayrıma yer verilmemiştir. Bunun yanında doktrinde tarafların müspet zararla menfi zararı bir arada isteyemeyecekleri belirtilmektedir[28].
74. madde uyarınca öngörülen tazminatın kusura bağlı olmaması ve zararın bütünüyle tazminini öngörmesi Anglo-Amerikan sisteminde öngörülen kusursuz sorumluluk (strict liability) ilkesini[29] akla getirmektedir[30]. Bu durum CISG’da öngörülen tazminat sorumluluğunun ağır bir sorumluluk olarak görülmesi sonucunu doğuracaktır. Ancak unutulmaması gereken bir husus ‘CISG uyarınca ödenecek tazminat miktarının sınırı zararın ta kendisidir[31].’ Dolayısıyla anlaşma uyarınca mükerrer tazmin bir diğer deyişle zararı aşan miktara (principle of avoiding overcompensation) hükmedilemez[32]. Bu sebeple tazminat talebini sınırlandıran bir husus da zararın seçimlik haklar yoluyla giderildiği oranda tazminat talep edilemeyecek oluşudur[33]. Ayrıca bu kusursuz sorumluluğu sınırlandıran ve uygulanmasını zorlaştıran bir diğer önemli ilke m. 74’ te öngörülen öngörülebilirlik ilkesidir. Nitekim tam tazmin ilkesi, öngörülebilirlik ilkesi sınırları içerisinde uygulanabilir kılınmıştır.
B. ÖNGÖRÜLEBİLİRLİK İLKESİ[34]
Tam tazmin ilkesinin ihlal eden tarafa yüklediği ağır sorumluluk hali m. 74’ ün ikinci cümlesinde tanımlanan öngörülebilirlik ilkesi ile dengelenmeye çalışılmıştır[35]. Öngörülebilirlik ilkesi tazminat kapsamının sınırlarını belirleyecektir[36]. Maddeye göre, “Söz konusu tazminat, ihlâl eden tarafın sözleşmenin kurulması sırasında sözleşme ihlâlinin muhtemel sonucu olarak öngördüğü veya o tarihte bildiği veya bilmesi gerektiği veriler ışığında öngörmesi gerektiği zararı aşamaz.” Bu düzenlemeden maksat, sözleşme taraflarının akdi ilişkiden doğabilecek muhtemel riskleri önceden kestirebilmeleri ve bu risklerin finansal karşılıklarını hesap ederek kendilerini ağır tazminat sorumluluklarına karşı güvence altına alabilmeleridir[37]. Bu ilkenin öngörülmesi, taraflar arası bilgi alışverişinin de artırılmasını teşvik etmekte ayrıca tarafların risk unsurlarını birbirlerine haber vermelerini sağlamaktadır[38]. Zira karşı tarafa verilen her bir bilgi onun sorumluluk kapsamını artıracaktır. Bu durum da tarafların sözleşme görüşmeleri esnasında birbirleriyle olan iletişimi azami seviyede tutmalarına sebep olacaktır.
Maddeyi incelediğimizde öngörülebilirlik ilkesinin belirlenmesinde, “bildiği veya bilmesi gerektiği” denilerek objektif ve “sözleşmenin kurulması sırasında sözleşme ihlâlinin muhtemel sonucu olarak öngördüğü” denilerek sübjektif olmak üzere iki ölçüt kullanılacağını görmekteyiz. Madde uyarınca konulan ölçütler Anglo-Sakson Hukuku’ nun aksine her iki tarafın birlikte değil[39], sadece sözleşmeyi ihlal eden tarafın öngörüsü aranmaktadır. Zararın öngörülebilirliği konusunda esas alınan ölçüt objektif ölçüt olacaktır[40]. Bu ölçüte göre, ihlal eden taraf öngörmese bile m. 8/2’ ye göre aynı hal ve şartlar altındaki makul bir kişinin zararı öngörebilmesi yeterli olacaktır[41]. Doktrinde zararın somut olarak yahut miktar olarak en ince ayrıntılarına kadar öngörülmesi değil, ihlal eden tarafın önemli ölçüde, çeşit ve kapsamı öngörebilmesidir[42]. Ayrıca öngörülebilirlik ilkesinin uygulanması yönünden, ihlalde bulunan tarafın kusurlu olup olmaması önem arz etmez. Tarafın sözleşmeyi ihlalinde kasıt bulunsa dahi öngöremeyeceği zarardan sorumlu olmayacaktır[43].
Sübjektif ölçüte göre ise, ihlal eden tarafın öngörebileceği zarar miktarı sözleşmenin kurulma anı esas alınarak belirlenecektir. Buna göre, ihlal eden taraf en geç sözleşme kurulması anında öngöremediği zararlar sebebiyle tazminat sorumluluğu altına girmeyecektir[44]. Yahut diğer tarafın verdiği bilgiler sebebiyle sorumluluğu en geç sözleşmenin kurulma anı esas alınarak belirlenecektir. Ancak kendisine bilgi verilmemesine rağmen ticari hayatın şartları gereği (objektif ölçüt) bilmesi gerektiği bir risk durumu varsa yine sorumlu olacaktır.
Netice itibariyle, sübjektif ölçüt tazminat kapsamını daraltan bir ilke iken objektif ölçüt bu kapsamı genişletmektedir. Ayrıca tarafların sözleşme görüşmeleri esnasında yaptıkları bilgilendirmeler (en geç sözleşme anına kadar) de tazminat kapsamını genişletici bir işlev görmektedir. Netice itibariyle, objektif ve sübjektif ölçütlerin içerikleri belirlenirken bir diğer deyişle öngörülebilirlik ilkesi gereğince zarar tespiti yapılırken, kişinin bizzat öngörmesi gereken yahut ihlalde bulunan kişi konumundaki makul kişinin öngörebileceği rizikoların tespiti, sözleşme hükümleri, ticari örf ve adet, ticari teamüller ve ihlalde bulunan kişinin bilgisine göre yapılacaktır[45]. Ayrıca bu değerlendirme yapılırken sözleşme kurulması anından sonra yapılacak bilgilendirmeler dikkate alınmayacaktır. Son olarak, öngörülen yahut öngörülmesi gereken zararların kuvvetli bir olasılık (probability) olmasına gerek yoktur, olası sonuç (possible consequence) olması yeterlidir[46].
C. KANITLANABİLİRLİK İLKESİ
Her ne kadar CISG’ da ispat külfetiyle ilgili açık bir hüküm bulunmasa da anlaşma kapsamında olduğu doktrinde tartışmasızdır[47]. Doktrinde bazı yazarlar tarafından savunulan ve mahkeme kararlarına yansıyan ispat yükünün maddi hukuk değil, usul hukukuna ilişkin bir sorun olduğu dolayısıyla forum ülke hukukuna göre çözülmesi gerektiği hususu, anlaşmanın otonom yapısını ve yeknesaklığını zedeleyeceğinden reddedilmiştir[48]. Hâkim görüşe göre, ihlal dolayısıyla zarara uğrayan kişi en azından uğradığı zararı ve zarar ile ihlal arasındaki illiyet bağını ispat külfeti altındadır[49]. Sözleşmenin ihlalinin ispat külfeti ise halen doktrinde tartışmalıdır[50]. Doktrinde tartışmalı olmakla beraber, zararın öngörülebilirliği hususunun da zarar gören tarafından ispat edileceği savunulmaktadır[51]. Ancak olağan zararlar için zarara uğrayan tarafın bu konuda ispat etmesi gereken husus, ihlale sebebiyet veren tarafın sübjektif öngörüsü değil, zararın objektif olarak öngörülmesi gerektiği hususudur[52]. Lakin olağan dışı zararlar için objektif ölçüt yerine zarar gören, ihlale sebep olan tarafı bilgilendirdiğini ispatlaması gerekir.
Netice itibariyle tam tazmin ilkesinin bir sınırını öngörülebilirlik ilkesi çizerken diğer bir sınırını da kanıtlanabilirlik ilkesi çizmektedir.
D. PARA İLE TAZMİN İLKESİ
CISG m. 74’ ün ilk cümlesinde, “Damages …consist of a sum equal to the loss” ifadesi kullanılmak suretiyle zararların para ile tazmin edilme ilkesi açıkça ortaya konmuştur[53]. Bazı milli hukuk sistemlerinde[54] kabul edilen aynen tazmin ilkesi anlaşma kapsamına alınmayarak[55] bütün hukuk sistemlerinde mevcut bulunan para ile tazmin ilkesinin kabul edilmesi ayrıca yeknesaklığın sağlanması konusunda doğru bir yaklaşım tarzı ortaya koymaktadır. Ancak zarar görenin zararının başka türlü karşılanamayacağı anlaşılıyorsa ve CISG m. 28’ de belirlenen sınırlamalara uygun bir hal söz konusuysa aynen tazmine istisnaen hükmedilebilir[56].
II. TAZMİNAT TALEBİNİN ŞARTLARI
Zarara uğrayan tarafın tazminat talep edebilmesi için dört ön koşulun gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu koşulların üçü olumlu biri olumsuzdur[57]. Bir diğer deyişle üç şartın gerçekleşmiş olması tazminat talebi için şart iken olumsuz şartın meydana gelmemiş olması da dördüncü bir ön koşuldur. Olumlu şartlar; sözleşmenin taraflarından birinin yükümlülüğü ihlal etmesi, ihlal sebebiyle diğer tarafın zarar görmesi ve ihlal ile zarar arasında mevcut bir illiyet bağının bulunmasıdır[58]. Olumsuz şart ise sorumsuzluk sebeplerinden birinin bulunmamasıdır.
CISG, sözleşmenin taraflarının sahip olduğu tazminat hakkının 3. kişiler lehine genişletilmesini öngörmemiştir. Üçüncü kişiler ihlalden doğan talepleri için milli hukuklara müracaat etmelidirler.[59] Meğerki taraflar bu konuda sözleşmelerine açık veya zımni bir hüküm koymuş olsunlar.
A. YÜKÜMLÜLÜK İHLALİ
Alıcı veyahut satıcı sözleşmeden yahut Anlaşmanın yedek hükümlerinden kaynaklanan herhangi bir yükümlülüğü yerine getirmediklerinde sözleşmenin karşı tarafı tazminat talebinde bulunabilecektir (m. 45/1/b; m. 61/1/b)[60]. Bu yükümlülüğün sözleşmeden dönmede olduğu gibi esaslı bir ihlal olması şart değildir[61],[62]. Yükümlülük ihlalinin esaslı olması tazminatın varlığı açısından değil tazminatın hesaplanması açısından önem arz etmektedir[63]. Ayrıca m. 38/1’ de öngörülen muayene külfeti ve m. 39/1’ de öngörülen bildirim külfetinin ihlali[64] tazminat sorumluluğuna yol açmaz[65]. Ancak bu külfetlerin ihlali tazminatın hesaplanmasında etkili olacaktır[66].
Sözleşme öncesi görüşmeler sırasında tarafların yerine getirmesi gereken yükümlülüklerin (Culpa in Contrahendo) ihlali Anlaşma kapsamı dışında bırakılmıştır. Bunun gerekçesi olarak da değişik hukuk sistemlerinde bu sorumluluğun farklı şekillerde (örneğin, haksız fiil sorumluluğu kapsamında) düzenlenmiş olduğu belirtilmiştir[67].
B. ZARAR
Yükümlülük ihlalinin tazminat hakkını doğurabilmesi için maddi bir zararı netice vermelidir. CISG 74’ e göre tam tazmin ilkesi uyarınca maddi zarar kapsamına hem fiili zarar (damnum emmergens) hem de yoksun kalınan kar (lucrum cessans) girmektedir[68]. Örneğin; malların geç teslimi dolayısıyla ödenen depo masrafları, semen ödenmemesi yüzünden bankadan kredi çekilmesi sonucu bankaya ödenen faiz gibi. Ancak m. 74’ te hangi zarar kalemlerinin tazmin edileceği hususunda ayrıntılı bir düzenleme yoktur. CISG uyarınca talep edilebilecek tazminat miktarı zararı aşamaz, bir diğer deyişle mahkemece hükmedilebilecek tazminatın azami miktarı, zararın kendisidir[69]. Zarar tam tazmin ilkesi uyarınca belirlenirken, tazminat öngörülebilirlik ilkesi[70] ve kanıtlanabilirlik ilkesi uyarınca belirlenecektir[71].
Kural olarak maddi olmayan zararlar CISG kapsamında talep edilemeyecektir. Ancak sözleşme maddi olmayan bir amaç için kurulmuşsa bu durumda ortaya çıkan manevi zarar tazmin CISG kapsamında tazmin edilmelidir[72]. Örneğin alıcı jipini özel bir seyahat amacıyla satın almışsa ve bunu da satıcı biliyorsa, satıcının jipi teslim etmemesi yahut vaktinde teslim etmemesi alıcıda maddi zararın ötesinde manevi bir zarar da oluşturmaktadır. İşte bu durumlarda satıcı, alıcının bu zararını tazmin etmelidir.
CISG esas olarak ticari ilişkilere uygulanmak amacıyla düzenlenmiştir. Maddi olmayan değerlerden bazılarının ise ticari hayatta bir karşılığının olduğu doktrinde kabul edilmektedir. Bu değerlerden birisi tacirin müşterileri nezdinde sahip olduğu itibar gelmektedir.[73] Bu sebeple satıcının geç veya ayıplı ifası sonucunda alıcının kendi müşterileri nezdinde yaşadığı itibar kaybı malvarlığı kaybını da beraberinde getirecektir. Bu sebeple maddi olmayan bu zararın da CISG kapsamında tazmin edilebileceği doktrinde kabul edilmektedir.
C. İLLİYET BAĞI
Yükümlülük ihlalinin tazminat sorumluluğuna yol açabilmesi için tazmin talebinde bulunan kişinin tazmin edilmesini istediği zarar ile yükümlülük arasında nedensellik bağının (causality) mevcut olması gerekmektedir[74]. Bir diğer deyişle yükümlülük ihlalinin uğranılan zararın sebebi (conditio sine qua non) olduğu hallerdir[75].
Anlaşma kapsamında doğrudan ve dolaylı zarar ayrımı yapılmadığından tazminatın belirlenmesinde bu ayrım göz ardı edilecek ve sadece ortaya çıkan zararın ihlalin bir sonucu olup olmadığına bakılacaktır[76]. Bir diğer deyişle illiyet bağının kabul edilebilmesi için ihlal olmasaydı, somut zararın aynı yerde, aynı anda ve aynı şekilde doğmayacağının söylenememesi gerekir[77]. Bu kıstasa göre eğer zarar ihlalin sonucuysa tazminat kapsamına dâhil edilebilecektir.
Netice itibariyle CISG kapsamında aranan nedensellik bağı Türk Borçlar Kanununda kabul edilen[78] uygun nedensellik bağına göre değil şart teorisine göre belirlenecektir[79]. Ancak şart teorisinin sorumluluğu hakkaniyete aykırı olarak genişletmesi karşısında öngörülebilirlik ilkesi devreye girecektir.
D. SORUMSUZLUK SEBEPLERİNİN BULUNMAMASI
Eğer taraflar CISG m. 6 uyarınca ihlal karşısındaki sorumsuzluklarıyla ilgili aralarında sözleşmişlerse yahut CISG m. 79 veya 80’ de öngörülen bir durum söz konusu olursa ihlalin müsebbibi olan taraf sorumluluktan kurtulabilecektir[80].
III. TAZMİNAT KAPSAMINA DÂHİL EDİLEBİLECEK ZARAR KALEMLERİ
CISG m. 74’ e göre, tazmin edilmesi gereken ilk zarar türü fiili zararlardır. Fiili zararlar kişinin aktifinde oluşan azalma yahut pasifinde ortaya çıkan artıştır. Diğer zarar türü ise yoksun kalınan kardır. Anlaşma kapsamında tazmin edilebilecek zarar kalemleri, ifa etmemeden doğan zararlar (non-performance damages), refakat eden (arızi) zararlar (incidental damages) ve dolaylı zararlar/devam eden zararlar (consequential damages) olarak esas itibariyle üçe ayrılmaktadır[81
A. İFA ETMEMEDEN DOĞAN ZARARLAR
İhlal sebebiyle zarara uğrayan kişinin birincil ya da doğrudan kayıpları bu kapsamdadır[82]. Bu zararlar sözleşmenin ifa edilmemesinden yahut ayıplı ifa edilmesinden doğar[83].
Teslim edilen malların ayıplı olması halinde, zarar, ayıplı malın nesnel piyasa değeri ile bu mallar sözleşmeye uygun bir şekilde teslim edilseydi sahip olacakları değer arasındaki farktır. Örneğin, ayıplı malın tamir edilebilir olduğu hallerde alıcı tarafından yapılan tamir masrafları bu kapsamda talep edilebilecektir. Eğer alıcı malı tamir ettirmemişse, soyut olarak tamir masraflarının hesaplanması ve bu zarar kapsamında talep edilmesine imkân verilmesi gerekir. Ancak her iki durumda da talep edilecek tamir masrafları CISG m. 77 (zararı azaltma külfeti) gereğince makul tutarda olmalıdır[84]. Örneğin, 63.000 liralık bir malın onarımı için 65.000 lira harcanması makul bir tutar değildir.
Gecikmiş ifa durumunda, zarara uğrayan taraf gecikmeden kaynaklanan zararların tazminini isteyebilecektir. Alıcı açısından bu zararlara örnek olarak, malların teslim yerine varmasına kadar geçen boş sürenin doldurulması ve gecikmeden kaynaklanan zararın engellenmesi amacıyla aldığı makul ölçüdeki tedbirlerden doğan masraflar verilebilir[85]. Satıcı açısından ise, geç ödemeden kaynaklanan ve faiz ile karşılanamayan[86] (m. 78) köprü kredilerinin masrafları veya bir yatırım fırsatının kaçırılması sonucu oluşan kar kaybı örnek olarak verilebilir[87]. Satıcının geç ödemeden kaynaklanan döviz kuralarındaki değişimler veya para devalüasyonu sebebiyle uğradığı zararların kanıtlanması halinde tazmininin gerekip gerekmeyeceği hususu doktrinde tartışmalıdır[88]. Ancak hakim görüş uyarınca ödemenin satıcının yerel para birimi üzerinden olduğu durumlarda enflasyon sonucu değer kaybı sonucunda oluşan zararlar genellikle tazmin edilememektedir[89],[90].
Eğer ifa edilmeme sebebiyle sözleşme ortadan kaldırılarak ikame alım yapılmışsa (m. 75), ikame alım ile sözleşmede öngörülen semen arasındaki fark ifa etmeme zararı olarak meydana gelmiş olacaktır[91]. Eğer ikame alım yapılmamış ve mallar için bir cari fiyat mevcutsa tazminat talep eden taraf (m. 76), sözleşmede kararlaştırılan fiyat ile sözleşmenin ortadan kaldırıldığı andaki cari fiyat arasındaki farkı ifa etmemeden doğan zarar kalemi olarak talep edebilir.
B. REFAKAT EDEN (ARIZİ) ZARARLAR
Bu tasnife, kendisine vaatte bulunulan kişi tarafından beklenen menfaatin gerçekleşmesine bağlı olmayan ancak ilave kayıpların engellenmesi amacıyla yapılan masraflar girmektedir. Her ne kadar 74. Maddede bu tür masrafların tazmin edilebileceği açıkça ifade edilmemiş olsa da tam tazmin ilkesinden yola çıkarak bu masrafların tazmin edilmesi gerektiği sonucuna varılabilir. Örneğin, malların alıcı tarafından ifa zamanında teslim alınmaması sonucu satıcının malları koruması ve depolamasından doğan masraflar, satıcının malları geç teslim etmesi yahut kullanılamaz durumdaki malları teslim etmesi sonucu malların iadesinden doğan ek taşıma masrafları, alıcının imalatın devamı için başka bir kişiden malları tedarik etmesi sonucu ödemek zorunda kaldığı fazla meblağ, ikame alımın yapıldığı durumlarda malların teslimatından doğan ilave harcamaların ve ayıplı malların ayıklanması sırasında ortaya çıkan ek masraflar arızi zarar kalemlerindendir[92],[93].
İhlal sebebiyle zarara uğrayan tarafın zararının tazmini için yapacağı dava, takip ve benzeri masrafların tazmini konusunda doktrin ve uygulamada ikili bir tasnif söz konusudur. Bu tasnife göre, mahkeme dışı hukuki danışmanlık hizmetlerinden (avukat tutulması gibi) doğan masraflar gerekli ve makul olduğu ölçüde m. 74 uyarınca talebi mümkün olacaktır[94]. buna karşılık açılan dava sebebiyle yapılan yargılama masraflarının hangi tarafça ve hangi oranda karşılanacağı sorunu CISG uyarınca değil, lex fori (mahkemenin hukuku) uyarınca çözümlenecektir. Ancak doktrinde bazı yazarlar, dava masraflarının da, özellikle dava masraflarını kaybeden tarafın karşılanmasına izin verilmediği hallerde, tam tazmin ilkesi uyarınca m. 74 uyarınca CISG kapsamında tazmin edilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Nitekim bu görüş bazı yargı kararlarına da yansımıştır[95].
Hak arama sürecinde bir alacak tahsilat acentasına başvurulması için yapılan masrafların tazmini, hâkim görüş uyarınca m. 74 kapsamında talep edilemeyecektir[96].
C. DOLAYLI ZARARLAR
Bu zararlar sözleşmenin ihlali halinde doğan ek zararlardır. Dolaylı zararları, kişinin kendi alıcılarına ödediği tazminatlar, kişinin diğer malvarlığı değerlerinde meydana gelen zararlar, yoksun kalınan kar ve itibar yahut müşteri kaybından kaynaklanan zararlar olarak dört gruba ayırmak mümkündür.
Sözleşme yapılırken (öngörülebilir olmak kaydıyla) alıcının ayıplı mal nedeniyle kendi müşterilerine karşı sorumlu olacağı tazminattan, olağan sınırlarda kalmak kaydıyla satıcının sorumlu olacağı kabul edilmektedir[97]. Buna karşılık, alıcının müşterisine karşı yüklendiği kefalet veya özel bir garanti yükümlülüğü nedeniyle objektif öngörülebilirlik ölçütüne göre satıcının sorumlu olması beklenemez ancak sözleşme kurulmadan önce satıcının bu konuda bilgilendirilmesi durumu varsa sübjektif ölçüte göre sorumluluk doğabilecektir.
Dolaylı zararın bir türü de ayıplı mal yüzünden alıcının diğer malvarlığı değerlerinde meydana gelen zararlardır. Örneğin, teslim alınan hastalıklı hayvanın ölümü sözleşmeye aykırılığın doğrudan bir sonucu iken, hayvanın hastalığının diğer hayvanlara bulaşması sonucu kişinin malvarlığında oluşan zarar sözleşmeye aykırılığın dolaylı bir sonucudur[98]. Bir diğer örnek satın alınan ısıtıcının çalıştırılması üzerine motorunun patlaması sonucu meydana gelen yangından doğan zararlardır.
Yoksun kalınan kar, sözleşmeye aykırılık sonucu malvarlığında oluşacak herhangi bir artışın engellenmesi sonucu ortaya çıkan dolaylı zarar kalemidir. Bu kapsama öncelikle (loss of resale profit) sözleşme konusu malın alıcı tarafından tekrar satılamamasından kaynaklanan kayıp ve zararlar yahut satıcının semen ödenmemesi yüzünden sözleşmeden döndüğü durumlarda alıcının malları teslim etmemesi sonucu kendi tedarikçisine ödemek zorunda kaldığı bedel yahut semeni yüksek faizli bir bankaya yatıracağı durumda faiz kazancı, yoksun kalınan kar kapsamında istenebilecektir[99],[100]. Ancak m. 44 uyarınca alıcının sözleşmeye aykırılığa ilişkin bildirimde bulunma külfetini ihlal etmesi, makul bir mazereti olmasına karşın, yoksun kalınan kar talebinde bulunamaması sonucunu doğuracaktır[101]. Buna karşın, kar elde etme şansından yoksun kalınması (loss of chance of profit) sebebiyle doğacak zararın karşı taraftan talep edilip edilemeyeceği tartışmalıdır[102]. Yazarlara göre “yoksun kalınan kar” ile “şans kaybı” arasındaki tek fark ispatları arasındaki kesinlik derecesidir[103].
Ayıplı olarak teslim alınan malın, alıcı tarafından 3. kişilere satılması durumunda, alıcının itibar (loss of goodwill) ve müşteri kaybı (loss of customers) sonucunda oluşan zararları da dolaylı zarar kavramına girmektedir. Her ne kadar bu kayıpların ispatlanması zor olsa da bu dolaylı zarar kalemlerinin de tazmin edilebileceği doktrinde kabul edilmektedir[104].
IV. ZARARIN HESAPLANMASI
CISG sistematiğinde, ihlalden dolayı uğranılan zararlar, m. 74 hükmünün öngördüğü genel kural uyarınca somut olarak (concrete calculation) hesaplanması gerekir. Dolayısıyla zarar somut olayın koşulları dâhilinde mahkemece tespit edilecektir[105].
Zarar hesaplanacağı ana ilişkin m. 74’ te özel düzenleme olmadığından esas alınacak uygun zamanı mahkeme veya hakem heyeti takdir edecektir[106]. Genellikle kabul gören ve uygulamada esas alınan görüşe göre, tam tazmin ilkesi uyarınca, meydana gelen tüm zararın tazmin edilebilmesi için zararın mümkün olan en geç anda hesaplanmasıdır[107]. CISG m. 76’ ya göre ise, soyut yöntemle hesaplanacak zarar için esas alınacak zaman belirlenmiştir (sözleşmede kararlaştırılan fiyat ile sözleşmenin ortadan kaldırıldığı andaki cari fiyat farkı).
Tazminatın bir zenginleşme aracı olmaması ilkesi gereği, ihlal bazen zarara uğrayan tarafın ifanın sebep olacağı bazı zarar kalemlerinden ve/veya gerektireceği masraflardan kurtulmasına sebep olmaktadır. Örneğin, taşıma ve/veya depo masraflarından kurtulması, sigorta alacağı elde etmesi gibi. Bu durumda kaçınılan zarar ve/veya kurtulunan masrafların da zarar hesaplamasına dâhil edilerek tazminattan mahsup edilmesi gerekir[108]. Ancak zarara uğrayanın ihlal sebebiyle olağan dışı kazanımları mahsubun konusunu oluşturmaz. İhlale sebep olan kişinin ihlal dolayısıyla elde ettiği kazancın, örneğin malı daha yüksek bir fiyata satması gibi karşı tarafın zararına karşılık yahut zararı olmaksızın devredilmesi gerektiği de doktrinde ileri sürülmektedir[109].
A. SÖZLEŞMENİN SONA ERDİRİLMEDİĞİ İHTİMALDE
CISG m. 74 hükmü ile ihlal dolayısıyla zarara uğrayan tarafa, sözleşme tam ve gereği gibi ifa edilseydi içinde bulunacağı ekonomik durumun temini amaçlanmaktadır. Bu bağlamda akitten beklenen menfaat ve akde güven sonucu yapılan masrafların karşılanması güvence altına alınmaktadır[110]. Nitekim zarara uğrayan taraf ya sözleşmeyi sona erdirmeden zararın m. 74’ e göre tam tazminini ya da söyleşmeyi sona erdirerek m. 75 uyarınca somut yöntemle veya m. 76 uyarınca soyut yöntemle hesaplanacak zararın tazminini isteyebilir. Ayrıca Zarar görenin m. 75 veya m. 76’ ya müracaat etmesi tazmin edilemeyen zararları için m. 74’ e müracaat etmesine engel teşkil etmez. Bu ihtimalde zararın nasıl hesaplanacağı kanunda açıkça öngörülmediğinden bu konuda mahkeme ve hakem heyetleri her bir zarar kalemini ayrı ayrı tespit ederek ilkeler ışığında tazminat miktarını kesinleştirecektirler.
CISG m. 72 uyarınca, muaccel olmamış edimin ifa edilmeyeceği hususunda açık beyan veya davranış ya da teminat verilmemesi gibi haller m. 74 kapsamına dâhildir. Zararı azaltma külfeti dâhilinde yapılan ekstra masraflar veya bu sebeple uğranılan zararlar da (kendilerinden beklenen faydayı sağlamasa bile) m. 74 anlamında tazminatın hesaplanmasına dâhil edilebilir zarar kalemlerindendir. Ayrıca CISG m. 81/2 uyarınca, sözleşmenin sona erdirildiği ihtimalde, sözleşmenin tasfiyesi amacıyla gündeme gelen iade borcunun yerine getirilmemesi durumunda da yine m. 74 uyarınca tazminat talep edilebilecektir[111].
B. SÖZLEŞMENİN SONA ERDİRİLMESİ İHTİMALİNDE
CISG m. 75 ve 76 hükümleri, m. 74’ e nazaran özel hüküm niteliğindedir ve sözleşmenin sona erdirildiği hallerde, ifanın değil tazminatın talep edildiği hallerde uygulama alanı bulmaktadır.
1. Zararın m. 75 Uyarınca Hesaplanması
Madde 75’ de öngörülen amaç aynen m. 74’ de olduğu gibi zarara uğrayan tarafın sözleşme gereği gibi ifa edilseydi içinde bulunacağı ekonomik durumun sağlanmasıdır. Madde 75 hükmüne gidilmesi madde 74’ ün uygulanmasına engel değildir. Nitekim m. 75 uyarınca temin edilemeyen harici zararların tazmini m. 74 uyarınca sağlanacaktır[112].
Madde 75’ in pratik önemi belirli bir kesinlik derecesinde zararın ispatı gereğini aramamasıdır. Nitekim zarara uğrayan taraf u hükmün uygulanması için örneğin ticari defterlerini ve işletme kayıtlarını mahkemeye veya hakem heyetine sunmak zorunda kalmayacak sadece ikame işlem yaptığını ve maddede belirlenen diğer şartları ispat etmesi yeterli olacaktır. Bu durum pratikte madde 75’ in tercih sebebidir[113].
Esaslı ihlal sonucunda madde 75 uyarınca tazminat talebi için üç şartın mevcut olması gerekir. Bu şartlar; sözleşmeden dönülmesi, alıcının ikame mallar satın alması veya satıcının malları yeniden satması ve ikame işlemin makul bir süre içinde ve makul şartlarda yapılmış olmasıdır[114].
a. Sözleşmeden Dönülmesi
Kural olarak sadece sözleşmeden dönülmesi halinde sözleşmenin ifa edilmeyeceği ortaya çıkmaktadır. Sözleşmeden dönülmesi, tarafın ifayı talep hakkını ortadan kaldırırken ona yeniden akit yapma hakkı bahşeder[115].
Kural olarak sözleşmeden dönme için dönme ihbarında bulunulması şarttır. Ancak CISG 7/1 uyarınca, milletlerarası işlemlerde dürüstlük kuralının korunması amacıyla, ikame alımın yapıldığı anda karşı taraf hiçbir şekilde ifada bulunmayacağını beyan etmiş ise dönme beyanında bulunulmamış olsa bile m. 75’ uyarınca tazminat talep edilebilir[116].
b. İkame Alım veya Satım Yapılmış Olması
İkame işlemin yapılma ihtimalinin bulunması bu şartı karşılamaz. Ancak ikame işlem için sözleşme yapılması yeterli olup ayrıca ikame sözleşmenin ifa edilmiş olması gerekmez[117].
İkame işlemin üçüncü kişiden yapılması gerekir. Örneğin, malın alıcı tarafından üretilmesi durumunda CISG m. 75 anlamında ikame alımdan bahsedilmez, bu durumda m. 74’ e başvurmak gerekir[118]. Ancak ikame işlemin yapılacağı üçüncü kişi ile sürekli bir ticaret (alım-satım) söz konusu ise bu işlemlerden hangisinin ikame işlem olduğunun tespiti zorlaşacaktır. Bu durumda tazminat talebinde bulunan kişi hangi işlemin ikame işlem olduğunu ispat külfeti altında olacaktır[119].
“Satıcının gecikmede olduğu, alıcının ise sözleşmeyi sona erdirmeden ikame alım yaptığı ihtimalde, satıcının yükümlülüğünün sona ermediği ve ifayı gerçekleştirme hakkının bulunduğu açıktır. Ancak bu ihtimalde, alıcının gecikmeden dolayı bir tazminat hakkı doğduğu açıktır ve tazminatın hesaplanmasında ikame işlem esas alınacaktır. Diğer taraftan, bu ihtimalde, m. 77’ nin öngördüğü zararı azaltma külfeti ikame alımın makul olup olmadığı hususunda belirleyici olacaktır.[120]”
“Bunun yanında, Schlechtriem, sözleşmenin sona erdirilmediği olasılıkta da zararın hesaplanmasında m. 75 hükmünün öngördüğü somut metoda başvurulabilmesini savunmaktadır. Nitekim sözleşme ihlalini takiben, zararı azaltma külfetine uygun olarak, gerçekleştirilen ikame işlemin kendisi bir nevi sona erdirme beyanı olarak nitelendirilebilecektir. Bu sonuca ancak, ikame işlem akdedilmesinin, lex mercatoria olarak kabul görmüş dürüstlük kuralı gereği ifadan vazgeçilmesi olarak yorumlanması ile varılabilecektir.[121]”
c. Makul Süre ve Makul Şartlar
CISG m. 75’ in uygulanabilmesi için yapılan ikame işleminin makul bir sürede ve makul şartlarda (reasonable manner) yapılmış olması gerekir. İkame işlemin makul sürede yapılması CISG m. 77 ile de yakından ilgilidir. Kural olarak sözleşmeden dönme beyanı kullanılmadan makul süre işlemeye başlamayacaktır. Ayrıca makul sürede yapılması derhal yapılması anlamına gelmez. Zaten makul bir ikame işlem olabilmesi için dikkatli, makul ve basiretli bir kişi gibi hareket edilmesi gerekir bu da ikame işlemin derhal yapılması haliyle uyuşan bir durum değildir. Makul süreden ne anlaşılması gerektiği somut olaya (örneğin, ikame malın özelliklerine) göre değişecektir[122]. Örneğin, dalgalı piyasada makul süre kısa, sezonluk ve eşi nadir bulunan malların piyasalarında makul süre uzun olacaktır[123].
Yapılan ikame işlemin makul olup olmadığı incelenirken, sona erdirilen sözleşmenin amaç ve konusunun analizi iyi yapılmalıdır. İkame işlem, sözleşmenin sürrogatı gibi sözleşmeden beklenen ifa menfaatine en yakın şekilde denk nitelikte olmalıdır. Bir diğer deyişle esaslı unsurları makul ölçüde uyuşmalıdır (örneğin, aynı tür ve kalitede malları konu edinmeli). Ayrıca yapılan ikame işlem satımsa mümkün olan en yüksek fiyata yapılmalı, alımsa mümkün olan en düşük bedel hedeflenmelidir[124].
Eğer sayılan bu şartlara uygun bir ikame işlem tesis edilmişse, ihlal sebebiyle zarara uğrayan taraf sözleşmede kararlaştırılan fiyat ile ikame işlem arasındaki farkı ifa etmemeden doğan zarar kalemi olarak satıcıdan talep edebilecektir. Buna ek olarak kalan zararı mevcutsa m.74 uyarınca tazmin edilmesini de isteyebilecektir. Eğer şartlara uygun bir ikame alım yapılmadıysa zararın hesaplanması noktasında m. 75’ e müracaat edilemeyecektir. Bu durumda tarafın zararının m. 76 ve m. 74 çerçevesinde tespiti gerekecektir[125].
2. Zararın m. 76 Uyarınca Hesaplanması
Sözleşmeden dönülmüş olmasına rağmen, ikame mal alımı yapılmamışsa ve sözleşme konusu malın cari bir fiyatı da varsa, ihlal sebebiyle zarara uğrayan satıcı veya alıcı m. 76 kapsamında tazminat talep edebilirler. Zararın soyut yöntemle hesaplanabilmesi için üç şartın gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Bu şartlar; sözleşmeden dönülmüş olması, ikame işlem (alım veya satım) yapılmamış olması, sözleşme konusu malın cari fiyatının olmasıdır.
Madde 76, madde 75’ de olduğu gibi zarara uğrayan tarafın ispat külfetini hafifletir. Böylece zarara uğrayan zararını somut olarak ispat etme yükümlülüğü altında değildir. Hatta zararın somut olarak doğmuş olması da gerekmez. Bir diğer deyişle zarara uğrayan taraf ikame alım yapmasa da m. 76’ da öngörülen hesaplama yöntemi kapsamınca soyut zararının tazminini talep edebilir[126]. Ancak m. 76’ ya müracaat edecek taraf, sözleşmeden dönüldüğünü, ikame işlem yapılmadığını ve malın cari fiyatının olduğunu ispat etmekle mükelleftir[127].
a. Sözleşmeden Dönülmüş Olması
Sözleşmeden dönülmediği sürece CISG m. 76’ ya müracaat mümkün değildir. Çünkü sözleşme devam ettiği sürece ya tarafın halen ifayı beklediği yahut (alıcı açısından) ayıplı malları muhafaza edeceği sonucuna varılabilir. Ancak m. 75’ de de ifade edildiği üzere karşı tarafın ifayı kesin ve nihai olarak reddetmesi durumunda artık sözleşmeden dönme şartı aranmaz.
b. İkame İşlemin Yapılmamış Olması
Soyut zarar hesaplanması yoluna müracaat edilebilmesi için ya ikame işlem yapılmamış olması ya da yapılan ikame işlemin m.75’ deki şartlara uygun olmaması gerekir. Buna ilaveten, piyasada sürekli olarak alım satım yapan kişinin, hangi işleminin sözleşmedeki ifayı ikame için yapıldığı anlaşılamıyorsa bu durumda da CISG m. 76 uyarınca soyut yönteme müracaat edilebilir[128].
c. Sözleşme Konusu Malın Cari Fiyatının Olması
Cari fiyattan maksat, satım konusu malın, belirli bir yerde, belirli bir zamanda belli işlemler açısından geçerli bir piyasa fiyatının olmasıdır (malın borsaya kayıtlı olması şart değil). Cari fiyat olarak, perakende işlem fiyatı değil toptan işlemlerde geçerli olan fiyat esas alınmalıdır[129].
Alıcı malları teslim almamışsa veya mallar teslim alınmadan önce sözleşmeden dönülmüşse, alıcının sözleşmeden döndüğü andaki cari fiyat esas alınacak, eğer mallar teslim alındıktan sonra sözleşmeden dönülmüşse, malların teslimi anındaki cari fiyat esas alınacaktır. Böylece zarara uğrayan tarafın spekülatif davranışlarda bulunması engellenmesi amaçlanmaktadır.[130] Tarafın ifayı kesin ve nihai olarak reddettiği durumlarda ise, ifada bulunulmayacağına dair iradenin beyan edildiği tarih esas alınacaktır[131].
Sekreterya Şerhi’ nde verilen örneğe göre, taraflar arasında 50.000 dolar tutarında semenin satıcıya ödenmesinin kararlaştırıldığı, CIF satımlı bir sözleşmede, satıcı malı teslim etmediğinden alıcı akdi sonlandırmış ve ikame alım yapmamıştır. Sözleşme sona erdirildiği anda malın cari fiyatı 53.000 dolardır. Bu bağlamda alıcının 3.000 dolar soyut zararı söz konusu olacaktır. 3.000 dolarlık soyut zarar alıcının isteyebileceği tazminatın asgari limitini teşkil eder[132]. Alıcı ayrıca satıcının sözleşmeyi ihlali dolayısıyla 2.500 dolar ekstra masraf yapmıştır. Bu durumda alıcının m. 74 ve 76’ ya uyarınca talep edebileceği zarar 5.500 dolardır. Buna ek olarak alıcı, satıcıdan alacağı malı 57.000 dolara 3. Bir kişiye satacak olması durumunda, 7.000 dolar da m. 74 kapsamında yoksun kalınan kar olarak talep edilebilecektir[133].
CISG m. 76/2’ ye göre cari fiyat malların teslim edilmesi gereken yerde geçerli olan fiyattır. Ancak eğer teslim yerinde bir cari fiyat mevcut değilse, makul ikame yeri kabul edilebilen diğer bir yerdeki fiyat, malların taşıma masraflarındaki farklılıklar gözetilerek esas alınacaktır. Makul ikame yeri CISG’ da açıkça belirlenmemiştir. Doktrinde makul yer genel olarak, aynı malın, aynı piyasa şartlarında satıldığı yer olarak ifade edilmektedir. Makul yerin tespiti açısından her iki tarafın da menfaatleri dikkate alarak belirleme yapılmalıdır[134].
V. ZARARI AZALTMA KÜLFETİ (m. 77)
Tarafların birbirlerine gelebilecek zararı azaltma külfeti, CISG m. 7/1’ de öngörülen milletlerarası ticaretteki dürüstlük kuralının bir gereğidir. Ancak bu durum bir külfet olup bir yükümlülük değildir. bir diğer deyişle yerine getirilmemesi tazminat sorumluluğu doğurmadığı gibi tazminat alınmasına da engel değildir. Ancak külfet ihlal edildiği oranda tazminat sınırlandırılacaktır (indirim yapılacak). Külfetin ihlalinde kusurun bulunup bulunmaması önemli değildir[135] (Örneğin, kişi ağır bir şekilde hastalandı bu sebeple külfetin gereğini yerine getiremedi).
CISG m. 77 her türlü ihlalden doğan zararlar bakımından uygulanır. Hatta yalnızca doğmuş zararlar bakımından değil, doğabilecek zararlar bakımından da uygulama alanı bulur. Örneğin, ayıplı olduğu bilenen mal ile üretim yapılması durumunda, ayıplı malla üretim yapılmasaydı henüz doğmamış olan zarar meydana gelmeyecekti[136].
CISG m. 77’ ye göre, ihlale uğrayan taraf zararı azaltmak amacıyla makul olan tüm önlemleri almalıdır. Makul önlemler, tarafların anlaşması, aralarındaki teamüller ve milletlerarası teamüllere göre (CISG m. 9) göre tespit edilecektir. Bunun yanında değerlendirme yapılırken zarara uğrayan kişi yerinde aynı şartlarda bulunan mantıklı ve makul birisinin (CISG m. 8/2) zararı önleme veya artmasına engel olmak için yapabilecekleri kıyasen göz önünde bulundurulmalıdır[137]. Örneğin, malların muhafazası, kolay bozulacak malların satılması, ayıplı malın tamir edilmesi gibi.
Zararı azaltmak amacıyla makul fiyatla ve makul zamanda ikame işlem yapılması (doktrin ve uygulamada çoğunlukla kabul edilmektedir), alıcının satıcının kömürü geç teslim etmesi sonucu yedek stoğunu kullanması, malı geri göndermek yerine bedelden indirimi kabul etmek, alıcının kendi alıcısına satıcının gecikmesi üzerine kabul edeceği %10’ luk bir indirim teklifi, makul önlemlere birer örnek teşkil eder[138].
Bununla birlikte esaslı ihlal halinde zarar gören tarafın zararı azaltma külfeti açısından, sözleşmeden dönmesinin mi yoksa aynen ifada ısrar etmesinin mi daha doğru olacağı doktrinde tartışmalıdır[139].
Zararı azaltma külfeti, koşulların elverdiği ilk anda başlamaktadır. Bu bağlamda ya ifanın hiç veya gereği gibi yapılmayacağının anlaşıldığı andan itibaren ya da ihlalin gerçekleştiği andan itibaren söz konusu olacaktır[140].
77. maddenin 2. Cümlesi uyarınca önlenebilecek nitelikteki zararın önlenmemesi sonucunda, önlenebilecek miktar oranında, talep edilen tazminattan indirim yapılacaktır. Hatta somut olayın özel neticeleri gereği tazminat hakkı tamamıyla ortadan kalkabilecektir[141].
IV. ZAMANAŞIMI, ÖDEME YERİ ve PARA BİRİMİ
CISG kapsamında ileri sürülebilecek tazminat talepleri hakkında zamanaşımı süresi, m. 4 uyarınca sözleşmeye uygulanacak ulusal hukuk kuralları tarafından tayin edilecektir[142].
Tazminat ödeme yeri hakkında CISG’ de açık bir hüküm bulunmamaktadır. Ayıca doktrinde bu hususta tartışma mevcuttur; bir görüşe göre ifa yeri, ihlal edilen asli borcun esasen ifa edileceği yer iken[143] diğer görüşe göre CISG m. 57 uyarınca zarara uğrayan kişinin işyerinin bulunduğu yerdir[144].
Tazminatın hangi para birimi üzerinden ödeneceği nadiren taraflarca belirlenmiştir. Satım bedelinin ödeneceği para biriminin taraflardan birinin ödeyeceği tazminat için de kullanılacağı varsayımı doğru olmayacaktır. Madde 74 ve devamı hükümlerindeki amaç zarara uğrayan kişinin tam tazmin ilkesi uyarınca zararlarının tümüyle tazmin edilmesi olduğundan zarar hangi para birimi üzerinden doğduysa o birim üzerinden ödeme yapılmasının daha doğru olacağı ifade edilmektedir[145].
V. FAİZ (m. 78)
CISG m. 78 uyarınca taraflardan birinin semeni veya muaccel bir meblağı (örneğin m. 84/1 gereğince semenin iadesi gibi) ödememesi halinde, hak sahibi taraf faiz isteyebilecektir. Ayrıca faiz isteme hakkının kullanılması m. 74 uyarınca tazminat talebine engel olmayacaktır. Madde 78’ e göre CISG kapsamına giren her türlü para alacağı için faiz istenebilecektir[146]. Hatta borçlunun m. 79 uyarınca sorumluluktan kurtulabildiği hallerde bile faiz ödeme yükümlülüğü sona ermez[147].
Faiz konusunda ispat yükü, faiz alacaklısının üzerindedir. Faiz alacaklısı m. 78 hükmünün şartlarının mevcudiyetini ispat külfeti altındadır. Faiz oranı konusunda ise ispata gerek yoktur[148].
A. FAİZ ALACAĞI
CISG m. 78 kapsamında ifasında temerrüde düşülen muaccel olmuş her türlü para alacağı (ihlal sonucu hükmedilen tazminat alacağı da bunlardan biridir) için hak sahibi karşı tarafa faiz hakkı tanımaktadır. Bileşik faiz veya ulusal usul hukuku kaynaklı faiz ödemeleri m. 78 kapsamında değildir. Madde 78 hükmü tarafların anlaşması, aralarındaki alışkanlıklar ve milletlerarası teamüller gereği kısıtlanabilir veya engellenebilir. Ancak anlaşmanın otonom yapısı ve yeknesaklığın amaç edinilmesi sonucu olarak faiz alacağı için yerel hukuk kurallarına gidilemez[149].
B. MUACCEL ALACAK
Faiz alacağı için tek şart muaccel olan alacağın ifasının gecikmesidir. Alacak, tarafların anlaştığı anda yahut CISG gereğince öngörülen anda muaccel olacaktır. İhtara gerek yoktur. Eğer taraflar aksini kararlaştırmamışsa semen, mal veya belgeler alıcının tasarrufuna hazır bulundurulduğu anda (m. 58/1) muaccel olur. Tazminat alacağı ise, masrafın yapıldığı veya zararın doğduğu anda muaccel olacaktır. Sözleşmenin ortadan kaldırılması sebebiyle semenin satıcı tarafından iadesi söz konusu olduğunda ise, faiz semenin satıcıya ödendiği tarihte muaccel olmuş sayılır (m. 84/1)[150].
C. FAİZ ORANI
Faiz oranı taraflarca sözleşmede belirlenmemişse faiz oranının ne olacağı konusunda CISG’ de bir hüküm yer almamaktadır. CISG yapım aşamasında faiz konusunda anlaşılıp faizin ne olacağı konusunda anlaşılamaması farklı siyasi, ekonomik ve dini görüşlerin mevcut olması sebebiyledir. Bu konuyu çözüme kavuşturmak noktasında hâkim görüş ve uygulamaya göre, sözleşme statüsüne göre belirlenecek milli hukuka göre faiz miktarının ne olacağı hüküm altına alınacaktır. Eğer milli hukukta faiz yasaksa ülkede uygulanan benzer kredi masrafları esas alınarak faiz miktarı tespit edilmeye çalışılacaktır[151].
[1] Zeytin, Zafer (2015), Milletlerarası Mal Satım Sözleşmeleri Hukuku – CISG, 2. Baskı, Ankara, Seçkin Yayıncılık, s. 84; Magnus, Ulrich, CISG Uyarınca Tazminat, Faiz, Sorumluluktan Kurtulma, Editör: Yeşim M. ATAMER, Milletlerarası Satım Hukuku, 1. Baskı, İstanbul, XII Levha Yayıncılık, s. 288.
[2] Yılmaz, Süleyman (2013), CISG Uyarınca Sözleşmenin İhlali Halinde Alıcının Hakları, 1. Baskı, Ankara, Yetkin Basımevi, s. 177; Yelkenci, Işıl (2014), CISG Uyarınca Alıcının Sözleşmeden Dönmesi, 1. Baskı, İstanbul, XII Levha Yayıncılık, s. 204; Dayıoğlu, Yavuz (2011), CISG Uygulamasında Sözleşmenin İhlali Halinde Alıcının Hakları Ve Özellikle Alıcının Tazminat Talep Etme Hakkı, 1. Baskı, İstanbul, XII Levha Yayıncılık, s. 70.
[3] Magnus, s. 288; Yılmaz, s. 177; Yelkenci, 204; Gürkan, Selin (2015), ‘Türk Satım Hukuku İle Karşılaştırılmalı Olarak, CISG Uyarınca Tazminatın Hesaplanması’ (Yüksek Lisans Programı), İstanbul Bilgi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 5.
[4] Magnus, s. 288.
[5] Kanışlı, Erhan (2013), CISG Uyarınca Alıcının Yükümlülükleri Ve Sözleşmeye Aykırılık Halinde Satıcının Hakları, 1. Baskı, İstanbul, XII Levha Yayıncılık, s. 84; Yelkenci, s. 205.
[6] Eğer ikame alım söz konusuysa.
[7] Eğer ikame alım söz konusu değilse ve mal için cari bir fiyat mevcutsa.
[8] Gürkan, s. 5.
[9] Zeytin, s. 295.
[10] Kanışlı, s. 86.
[11] Magnus, s. 290; Kanışlı, s. 88; Dayıoğlu, s. 75; Yılmaz, s. 180; Yelkenci, s. 209.
[12] Magnus, s. 290; Gürkan, s. 6.
[13] Dayıoğlu, s. 70; Schlechtriem & Schwenzer (2015), Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması (Viyana Satım Sözleşmesi) Şerhi, 1. Bası, İstanbul, XII Levha Yayıncılık, s. 1179; Yelkenci, s. 208.
[14] Gürkan, s. 15.
[15] Gürkan, s. 16; Dayıoğlu, s. 72; Yelkenci, s. 216-217.
[16] Dayıoğlu, s. 72; Gürkan, s. 15; Yelkenci, s. 211, 214.
[17] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1179.
[18] Ayıplı malın neden olduğu ölüm ve yaralanma halinde doğan zararlar CISG m. 5 uyarınca CISG kapsamı dışında tutulmaktadır. Ancak alıcının müşterilerine karşı, ayıplı malların yol açtığı ölüm veya yaralanmalardan dolayı sorumluluğunun doğması dolayısıyla tazminat talebi hali farklıdır. (Schlechtriem & Schwenzer, s. 1183)
[19] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1179.
[20] ‘Baskın görüş uyarınca, CISG’ ın tazminat sistemi, yalnızca maddi zararların tazminine özgülenmiştir. Manevi zararların tazmininin anlaşma çerçevesinde talep edilmesi mümkün değildir.’ (Yelkenci, s. 217.)
[21] Yılmaz, s. 179; Yelkenci, s. 211.
[22] Magnus, s. 290; Kanışlı, s. 85; Dayıoğlu, s. 75.
[23] Zeytin, s. 296; Dayıoğlu, s. 71; Gürkan, s. 16; Yelkenci, s.209.
[24] Yılmaz, s. 179; Dayıoğlu, s. 73.
[25] Yılmaz, s. 179; Dayıoğlu, s. 73.
[26] ‘Türk Hukukunda sözleşmeden dönen alacaklı TBK m. 125/ III uyarınca sadece olumsuz (menfi) zararının tazminini talep edebileceği doktrinde neredeyse oybirliğiyle savunulmaktadır. Olumlu (müspet) zararının tazmin edilmesini isteyen alacaklı, TBK m. 125’teki diğer bir seçimli hak olan ‘ifa yerine olumlu zararın tazmini’ yolunu tercih etmelidir. Kanun koyucu sözleşmeden dönen alacaklıya olumlu zararı talep hakkını tanımamıştır.’ (Yelkenci, s. 212)
[27] Yılmaz, s. 180.
[28] Yılmaz, s. 180; Dayıoğlu, s. 74.
[29] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1179; Yılmaz, s. 181; Dayıoğlu, s. 76; Yelkenci, s. 206.
[30] ‘Bu açıdan CISG’ ın, kökeni common law’a dayanan kusurdan bağımsız sorumluluk anlayışını benimsediği söylenebilir. Sistem bu yönüyle İsviçre – Türk Hukukundan farklılaşmaktadır.’ (Yelkenci, s. 206.)
[31] Yeşim, M. Atamer (2013) ‘zararın soyut yöntem ile hesaplanması ve bu hesabın CISG m. 74 ve 76 Örneğinde Mahrum Kalınan Kar Talebi ile İlişkisi, Galatasaray Hukuk Fakültesi Dergisi, 2013/1, s.
[32] Kanışlı, s. 88; Dayıoğlu, s. 74; Yılmaz, s. 180.
[33] Kanışlı, s. 99.
[34] ‘Öngörülebilirlik ilkesi, Common Law (Anglo-Sakson) Hukuku kökenlidir. Bu ilke, İngiltere’de 1854 yılında verilen Hadley v. Baxendale kararında ilk kez kullanılmıştır. Türk-İsviçre Hukuku’nda tazminat kapsamını belirlemek için bu ilke yerine uygun illiyet bağı ilkesi, hükmün koruma amacı ilkesi (Zeytin, s. 300) ve hakime tazminat miktarının belirlenmesinde takdir hakkı veren düzenleme mevcuttur. (Gürkan, s. 17)’
[35] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1180.
[36] Zeytin, s. 300.
[37] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1180; Kanışlı, s. 98; Yılmaz, s. 182; Yelkenci, s. 223; Dayıoğlu, s. 123.
[38] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1180; Yelkenci, s. 223; Dayıoğlu, s. 123.
[39] Dayıoğlu, s. 129.
[40] Zeytin, s. 301; Dayıoğlu, s. 130.
[41] Zeytin, s. 301; Yelkenci, s. 225; Dayıoğlu, s. 130; Magnus, s. 291.
[42] Zeytin, s. 301; Yılmaz, s. 182; Kanışlı, 99; Yelkenci, s. 227; Dayıoğlu, s. 128.
[43] Yelkenci, s. 224; Dayıoğlu, s. 123.
[44] Kanışlı, s. 98; Dayıoğlu, s. 122.
[45] Yelkenci, s. 225.
[46] Yelkenci, s. 226; Dayıoğlu, s. 123.
[47] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1206; Zeytin, s. 309; Dayıoğlu, s. 86.
[48] Dayıoğlu, s. 86; Kanışlı, s. 88.
[49] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1207; Zeytin, s. 309; Dayıoğlu, s. 85; Kanışlı, s. 89.
[50] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1207.
[51] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1207; Zeytin, s. 309.
[52] Zeytin, s. 309.
[53] Yılmaz, s. 182; Kanışlı, s. 85; Dayıoğlu, s. 78; “Tazminat her zaman belirli bir para tutarıdır.” (Magnus, s. 290)
[54] Türk Boçlar Hukuk Sisteminde de para ile tazmin sistemi kabul edilmektedir (BK m.51).
[55] Yılmaz, s. 182; Kanışlı, s. 85; Dayıoğlu, s. 78.
[56] Yılmaz, s. 182.
[57] Yılmaz, s. 183.
[58] Dayıoğlu, s. 79; Yılmaz, s. 183; Gürkan, s. 6.
[59] Dayıoğlu, s. 79; Yılmaz, s. 183; Zeytin, s. 297.
[60] Gürkan, s. 7; Magnus, s. 288.
[61] Kanışlı, s. 89; Zeytin, s. 296; Yılmaz, s. 183; Dayıoğlu, s. 79; Gürkan, s. 9.
[62] Türk Borçlar Hukuku’ na (TBK 112) göre de tazminat talep hakkının doğması için sözleşmenin esaslı olması şart değildir. Fark ihlal sonucu talep edilebilecek tazminat için kusur şartının aranıp aranmamasındadır.
“CISG ve Avrupa Birliği ülkeleri reform tasarılarında benimsenen sade, pratik ve pragmatik ifa engelleri tablosudur. Bu anlaşmalarda ifa engellerinin tümü (peius, aliud, eksik ve aksak ifa) tek bir ‘âdemi ifa’ (breach of contract, non performance) kavramı altında toplanmış, ifa engellerinin gerekleri ve sonuçları (yaptırımları) arasındaki yapay ayrımlar da ortadan kaldırılmıştır.
Gerçekten de son yıllarda tüm ulusal yasalarda ve uluslar arası hukuksa belgelerde benimsenen yalın ifa engelleri tablosunda artık ifa engellerinin tümü tek bir çatı-kavram olarak toplanmıştır. Tüm ifa engellerini kuşatıp kucaklayan bu şemsiye-kavram ‘yüküm ihlali’ (breach of contract) kavramıdır.” (Kocayusufpaşaoğlu & Hatemi & Serozan & Arpacı (Serozan, Rona (2016), İfa-İfa Engelleri-Haksız Zenginleşme, 7. Bası, İstanbul, Filiz Kitabevi, s. 140-141.)
[63] Gürkan, s. 9.
[64] Ancak satıcının ihlali, sözleşmeye uygun olmayan mal teslimine ilişkinse, alıcının tazminat talep edebilmesi için ihbarda bulunma külfetini yerine getirmiş olması gerekmektedir. Aksi halde alıcı kural olarak tazminat talep hakkını kaybedecektir.
[65] Zeytin, s. 297.
[66] Gürkan, s. 8.
[67] Dayıoğlu, s. 80; Yılmaz, s. 184; Gürkan, s. 8.
[68] Kanışlı, s. 90; Yılmaz, s. 185; Dayıoğlu, s. 81; Zeytin, s. 297; Gürkan, s. 16.
[69] “Tazminat uğranılan zararın tamamını karşılamalıdır, fakat aynı zamanda tazminat zarar miktarını aşmamalı ve kesinlikle zarar gören tarafı zenginleştirmemelidir.” (Magnus, s. 290.)
[70] “Tazminatın kapsamı öngörülebilecek olan zararla sınırlıdır. Bu zarar, sözleşmeyi ihlal eden tarafın sözleşmenin kurulması anında öngördüğü veya öngörmesi gerektiği zarardır.” (Magnus, s. 290.)
[71] Türk hukukunda ise tazminat miktarını TBK m. 51 ve 52 uyarınca hâkim takdir edecektir.
[72] Yılmaz, s. 185; Dayıoğlu, s. 82; Schlechtriem & Schwenzer, s. 1196.
[73] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1196; Dayıoğlu, s. 82; Yılmaz, s. 185.
[74] Gürkan, s. 17; Dayıoğlu, s. 84; Zeytin, s. 300; Kanışlı, s. 92; Yılmaz, s. 186.
[75] Zeytin, s. 300; Gürkan, s. 18; Yelkenci, s. 221; Yılmaz, s. 186; Dayıoğlu, s. 84.
[76] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1196; Kanışlı, s. 92; Dayıoğlu, s. 84; Yılmaz, s. 186.
[77] Dayıoğlu, s. 84; Kanışlı, s. 92.
[78] Gürkan, s. 19; Bilgili, Fatih & Demirkapı, Ertan (2017), Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 11. Basım, Bursa, Dora Basım, s. 94.
[79] Yelkenci s. 221; Dayıoğlu, s. 84; Gürkan, s. 19.
[80] Yılmaz, s. 186; Kanışlı, s. 93; Dayıoğlu, s. 85.
[81] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1186; Dayıoğlu, s. 87; Yılmaz, s. 188.
[82] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1186.
[83] Dayıoğlu, s. 87.
[84] Dayıoğlu, s. 89; Schlechtriem & Schwenzer, s. 1187; Yılmaz, s. 189.
[85] Yılmaz, s. 190.
[86] Türk Hukukunda para borcu temerrüdüne bağlanan ilk sonuç temerrüt faizi ödeme yükümlülüğüdür. Temerrüt faizi ile karşılanamayan zararlar borçlunun kusuru varsa munzam zarar olarak talep edilebilecektir. (Bilgili & Demirkapı, s. 172)
[87] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1187; Zeytin, s. 303.
[88] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1188; Zeytin, s. 305; Gürkan, s. 55.
[89] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1189; Zeytin, s. 305.
[90] Türk Hukukunda da paranın enflasyon sonucu iç alım değerini yitirmesi başlı başına zarar olarak kabul edilmemektedir. (Gürkan, s. 56)
[91] Gürkan, s. 26.
[92] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1189; Yılmaz, s. 190; Dayıoğlu, s. 89; Gürkan, s. 27.
[93] “Sekreterya Şerhinde verilen bir örnek: 100 ton hububatın F.O.B. uyarınca alıcıya teslimi ve karşılığında 50.000 ABD Doları tutarında semenin alıcıya ödenmesinin kararlaştırıldığı bir satım sözleşmesinde satıcı anılan miktardaki hububatı vadesinde sözleşmedeki orandan daha nemli olarak teslim etmiştir. Hububat sözleşmeye uygun oranda ifa edilseydi sahip olacağı değer 55.000 dolar iken, aşırı nemden dolayı değeri 51.000 dolara inmiş ayrıca alıcı buğdayı kurutmak için 1.500 dolar masraf etmiştir. Bu durumda ortaya çıkan zararlar; ifa etmeme zararı (malın değerindeki düşüklük) 4.000 dolar + kurutma masrafı (arızi zarar) 1.500 dolar, toplam: 5.500 dolardır.” (Dayıoğlu, s. 99)
[94] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1190; Yılmaz, s. 190; Dayıoğlu, s. 90; Zeytin, s. 306.
[95] Yılmaz, s. 191; Schlechtriem & Schwenzer, s. 1190; Dayıoğlu, s. 91.
[96] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1192; Zeytin, s. 306.
[97] Zeytin, s. 304; Yılmaz, s. 192; Schlechtriem & Schwenzer, s. 1192; Dayıoğlu, s. 95.
[98] Yılmaz, s. 192.
[99] Yılmaz, s. 193; Dayıoğlu, s. 93; Gürkan, s. 29.
[100] “Rusya’da verilen 23 Aralık 2004 tarihli kararda, mahkeme, satıcının piyasada aktif bir katılımcı olması ve alıcı ile uzun süreli ticari ilişki bulunmasını, sözleşmenin ihlalini takiben yoksun kalınan tekrar satım karını gündeme getirebilecek durumda olduğu yönünde değerlendirmiş ve bu anlamda tazminata hükmetmiştir. Nitekim, karara konu olayda, ilgili piyasadaki aktörlerin farkında olan satıcı, alıcının tüketici konumunda olmadığının bilincindedir…”
“Almanya’ da verilen 24 Ekim 1979 tarihli kararda, Alman peynir ithalatçısının, Hollandalı ihracatçıdan aldığı peynirlerin ayıplı çıkması üzerine müşteri kaybetmesi hususunda, mahkeme, ilgili piyasayı araştırdıktan sonra, minimal aykırılıkların bile bu sonucu doğurabileceği somut olayda ithalatçının durumu öngörebilmesinin kendisinden beklenilir olduğunun altını çizerek bu kapsamda tazminata hükmetmiştir.” (Gürkan, s. 31)
[101] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1194; Gürkan, s. 29.
[102] Dayıoğlu, s. 94; Yılmaz, s. 194; Gürkan, s. 32.
[103] Türk hukukunda da Yargıtay uygulamasında bu nevi zararların tazmini için neredeyse kesin ispat aranmaktadır. Bakınız: Gürkan, s. 36.
[104] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1193; Zeytin, s. 305; Yılmaz, s. 194; Dayıoğlu, s. 97.
[105] Gürkan, s. 60; Schlechtriem & Schwenzer, s. 1196; Yılmaz, s. 197; Dayıoğlu, s. 98; Yelkenci, s. 233.
[106] Türk hukukunda da doktrin hüküm anının esas alınması gerektiğini savunmaktadır. (Gürkan, s. 62)
[107] Gürkan, s. 61; Schlechtriem & Schwenzer, s. 1198; Dayıoğlu, s. 103; Yelkenci, s. 235.
[108] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1197-1198; Gürkan, s. 64.
[109] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1198; Gürkan, s. 66.
[110] Gürkan, s. 67.
[111] Gürkan, s. 69.
[112] Gürkan, s. 71.
[113] Türk Hukukunda da satıcı TBK m. 236 uyarınca sözleşme sonucu elde edeceği semen ile sözleşme konusu malı dürüstlükle sattığı daha düşük bedel arasındaki farkı zarar olarak alıcıdan isteyebilecek, alıcı da TBK m. 213/II uyarınca semen ile teslim edilmeyen malın yerine gerçekleştirdiği makul ikame alımı arasındaki farkın tazminini isteyebilecektir.
[114] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1209.
[115] Yılmaz, s. 198;
[116] Yılmaz, s. 199; Gürkan, s. 74; Dayıoğlu, s. 105; Zeytin, s. 310.
[117] Dayıoğlu, s. 106; Yılmaz, s. 200.
[118] Yılmaz, s. 200.
[119] Dayıoğlu, s. 106; Yılmaz, s. 200.
[120] Gürkan, s. 74.
[121] Gürkan, s. 75.
[122] Dayıoğlu, s. 107; Yılmaz, s. 201; Gürkan, s. 79; Zeytin, s. 312.
[123] Gürkan, s. 79.
[124] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1212; Gürkan, s. 79; Zeytin, s. 312; Yılmaz, s. 201; Dayıoğlu, s. 107.
[125] Yılmaz, s. 202; Dayıoğlu, s. 108.
[126] Gürkan, s. 87.
[127] Yılmaz, s. 208; Zeytin, s. 317.
[128] Yılmaz, s. 205; Dayıoğlu, s. 110.
[129] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1221; Gürkan, s. 88; Dayıoğlu, s. 111; Yılmaz, s. 206.
[130] Türk Hukukunda, TBK m. 213/3 uyarınca soyut metotla zarar hesaplanması durumunda piyasa fiyatı için ifa anını (vadenin) esas alınacağı öngörülmektedir.
[131] Gürkan, s. 89; Dayıoğlu, s. 111; Yılmaz, s. 206; Zeytin, s. 316.
[132] Gürkan, s. 90.
[133] Dayıoğlu, s. 113; Yılmaz, s. 208.
[134] Dayıoğlu, s. 112; Yılmaz, s. 207; Zeytin, s. 316.
[135] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1227; Yelkenci, s. 229; Yılmaz, s. 209; Zeytin, s. 318; Dayıoğlu, s. 114.
[136] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1227; Yılmaz, s. 209; Dayıoğlu, s. 115; Zeytin, s. 318.
[137] Zeytin, s. 319; Dayıoğlu, s. 116; Yelkenci, s. 230; Yılmaz, s. 210.
[138] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1230; Yılmaz, s. 211; Dayıoğlu, s. 117.
[139] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1228; Yılmaz, s. 212; Dayıoğlu, s. 117.
[140] Gürkan, s. 113.
[141] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1232.
[142] Yelkenci, s. 251; Dayıoğlu, s. 97; Zeytin, s. 308; Schlechtriem & Schwenzer, s. 1205.
[143] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1205.
[144] Yelkenci, s. 250; Yılmaz, s. 196; Dayıoğlu, s. 97; Gürkan, s. 62; Schlechtriem & Schwenzer, s. 1205.
[145] Gürkan, s. 63; Schlechtriem & Schwenzer, s. 1206; Yılmaz, s. 196.
[146] Zeytin, s. 322.
[147] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1235; Magnus, s. 297.
[148] Zeytin, s. 324.
[149] Magnus, s. 297-298; Zeytin, s. 322;
[150] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1236; Zeytin, s. 323; Magnus, s. 297-298.
[151] Schlechtriem & Schwenzer, s. 1234, 1240; Zeytin, s. 324; Magnus, s. 298.
Not: Yüksek Lisans ders dönemimde makale formatında hazırlamış olduğum bu ödev-makalemi ilgililerin istifadesine sunuyorum.