Allah her kulu hür yarattı, köleliği onlar kabul etti.
İlmek ilmek, sabırla dokudular. Tıpkı bir örümcek gibi. Ancak hiçbir örümcek ağı, fazla yükü kaldıramaz. Sadece yalnız düşmüş kurbanlar için kuvvetlidir o. Yoksa zayıftır…
Korona süreci başladığından beri bir sürü yasak, tedbir ve tehdit ile karşı karşıyayız. Tedbir adı altında başlayan yasaklamalar, zamanla Allah’ın emri gibi veya Anayasanın temel normuymuş ve biz bunu kabul edip yıllardır uyguluyormuşuz gibi bir algı oluşturulmaya başlandı. Buna oluştururken birçok argüman kullanıldı. Dindar insanlara kul hakkıdır dendi, müslüman kimseye zarar vermez dendi. İnsanlar genel olarak sağlıkları ve ölümle önce gizliden zamanla açıktan tehdit edilmeye başlandı. Sonra basit bir maske, çok ölümcül bir salgın(!) hastalığa çare olarak sunuldu. Maske yetmedi, hes kodu uygulaması çıkarıldı. İnsanlar kanıksadıkça tedbirler yasaklara döndü. Sizi düşünüyoruz, lütfen yapın dili Köpek gibi yapacaksınız, yoksa sizi yaşatmayız diline evrildi. En son tıp tarihinde mümkün olmayan ve yüzyılların hastalıklarına aşı bulunamazken bu çok ölümcül hastalığa bir yılda aşı bulundu… Gökten inen müjdeler gibi sunuldu bu aşılar. Bu kadar kısa sürede bu aşının bulunması mümkün değil diyen işin ehli hocalar susturuldu. Önce aşı olmak, iyidir güzeldir, biz sizin için varız, sizi seviyoruz ile başlayan algılar zamanla aşı olmayana kız bile verilmeyecek, şehirden şehire geçmesine izin verilmeyecek, insan olarak yaşaması mümkün değil küstahlığına erişti. Artık açıktan bağırıyorlardı: Sizleri böyle böyle aşılı modern köleler haline getireceğiz!
Nereden bakarsak bakalım tezatlar silsilesi…
Her şey iyi kurgulanmış ancak acelece uygulanan bir senaryonun (örümcek ağının[1]) basamaklarıydı adeta…
Ancak bir de sorgulayan insanlar vardı. Her şeye rağmen tezatları ortaya döken, haykıran, var olsunlar.
Öncelikle şuradan başlayalım:
Korona hastalığı yeni bir hastalık değil. Adı üstünde “COVID19” yani 19’ncu türü. 20. Yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış sürekli değişip bugünkü haline gelmiş, bazı iddialara göre getirilmiştir. Birçok uzman bu hastalığı gribe benzetti. Gripten de her yıl yüzbinlerce insan ölüyordu. Grip aşısı uzun yılları bulan bir birikimle ortaya çıkmış ancak zorunlu değil ihtiyari bir hastalıktı. Grip olan bir insan maske takmaya, hes koduna, aşı zorunluluğuna tabi değilken nasıl oluyordu da korona bir anda ortaya çıkıp insanlar tarafından bu kadar kanıksanan bir hale geliyordu.
İşte burada, Hz. Musa karşısına çıkan Firavun’un sihirbaz şarlatanlarını hatırlatmak isterim[2]. Onların asalarından gerçekten bir ejderha çıkmazdı, ancak illizyon yaparlardı. Herkes öyle görürdü. Sonra Allah’ın emriyle Hz. Musa’nın asasından çıkan yılan onların illizyonlarını yerle bir etti. Modern illizyonistler; Medya… Hz. Musa’nın asasını tutacak yani bu tezatları sorgulayacak insanlara ihtiyaç var. O zaman halkın gözünü boyayan korku ejderhası yerle bir olacak.
Korku ejderhaları…
Korku (havf), insanın en hassas damarlarından biridir. İnsanı teyakkuzda tutup hayatını korumaya yardım eder. Allah’ın bu duyguyu bize vermesinde çok hikmetler vardır. Korkusuz bir insan gerek kendi hayatına gerekse başka hayatlara çokça zarar veren bir canavara dönüşebilir. Korku, insanı dengede tutar. Cesaretin gereksiz ve faydasız kullanımına engel olur. İnsanın en başta kendi hayatı ve sevdikleri için korkması onu istikamette tutar. Ancak bu korkunun hadd-i vasattan (olması gereken ortalama sınır) taşması hayatı insan için felce uğratır. İnsanı, insan haysiyet ve onuruna yakışmayacak bir hayata iter. Bir fare gibi lağımlarda, kuytu köşelerde yaşamaya iter. Fare de Allah’ın mahlukudur, güzeldir ancak İnsan, farelik yapsın diye yaratılmamıştır. İnsan, halife-i arzdır. Ona göre davranmalıdır.
Bu korku meselesini çok güzel izah eden bir metin aktarmak istiyorum:
“Bir zaman—Allah rahmet etsin—mühim bir zat kayığa binmekten korkuyordu. Onunla beraber bir akşam vakti İstanbul’dan Köprüye geldik. Kayığa binmek lâzım geldi. Araba yok. Sultan Eyüb’e gitmeye mecburuz. Israr ettim.
Dedi: “Korkuyorum; belki batacağız.”
Ona dedim: “Bu Haliç’te tahminen kaç kayık var?”
Dedi: “Belki bin var.”
Dedim: “Senede kaç kayık gark olur?”
Dedi: “Bir iki tane. Bazı sene de hiç batmaz.”
Dedim: “Sene kaç gündür?”
Dedi: “Üç yüz altmış gündür.”
Dedim: “Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimali, üç yüz altmış bin ihtimalden birtek ihtimaldir. Böyle bir ihtimalden korkan, insan değil, hayvan da olamaz.”
Hem ona dedim: “Acaba kaç sene yaşamayı tahmin ediyorsun?”
Dedi: “Ben ihtiyarım. Belki on sene daha yaşamam ihtimali vardır.”
Dedim: “Ecel gizli olduğundan, herbir günde ölmek ihtimali var. Öyle ise, üç bin altı yüz günde hergün vefatın muhtemel. İşte, kayık gibi üç yüz binden bir ihtimal değil, belki üç binden bir ihtimalle bugün ölümün muhtemeldir. Titre ve ağla, vasiyet et” dedim.
Aklı başına geldi, titreyerek kayığa bindirdim. Kayık içinde ona dedim:
Cenâb-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrip için değil. Ve hayatı ağır ve müşkül ve elîm ve azap yapmak için vermemiştir. Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa, hattâ beş altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârâne bir havf meşru olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimalle havf etmek evhamdır, hayatı azâba çevirir.[3]“
İşte korku meselesi, eğer korku duyulan şey iki, üç, dört hatta beş ihtimalden bir ihtimal ölüme sebep olsa endişe duymak gerekir. Onun dışında yüzde bir belki binde bir ölüme sebep olan bir hastalıktan bu denli korkarak hayatı zehir etmek ve insanca yaşamaktan çıkmak azıcık haysiyet ve şerefi kalış insana yakışmaz. İhtimaldir ki, her gün bir trafik kazası yapıp ölebiliriz. Yahut yemek yerken boğazımıza bir şey takılıp ölebiliriz. Veya ayağımız kayıp düşüp ölebiliriz. Sırf bu binde bir ihtimalden bir ihtimali düşünüp yaşamaktan kaçınmak insanı insanlıktan çıkarır.
Biz insanca yaşamak istiyoruz. Allah’ın bizi hür kıldığı gibi… Sizlerin korku ve korona maskesiyle susturduğu ve sindirdiği korkak köleler olarak değil!
Allah, önce bize sonra idarecilerimize feraset[4] nasip etsin! Zalimlerin tuzaklarını ve hilelerini başlarına geçirsin[5]! Bize düşen hak gördüğümüzü batıldan ayırmaktır.
Selam olsun insanca yaşama cesareti gösterebilen insanlara…
[1] Allah’tan başka (sığınacak, bağlanacak) velîler edinenlerin durumu, tıpkı kendisine (ağdan) bir ev edinen örümceğe benzer. Halbuki evlerin en zayıfı, elbet örümcek ağıdır, keşke bilselerdi! (Ankebut Suresi, 41. Ayet).
[2] Bakınız: Taha Suresi, 57. ve 76. Ayetler arasında bahsedilen kıssa.
[3] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat (Yirmidokuzuncu Mektup/Altıncı Risale/Altıncı Kısım/İkinci Desise), Türkiye Diyanet Vakfı, s. 535 vd.
[4] “Müminin ferasetinden korkun! Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.” (Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 16, Suyûtî, elĞCâmiu’sĞSağir, 1, 24).
[5] Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır (Al-i İmran, 54. Ayet).
Çok güzel yazmışsın abi emeğine sağlık.
Saolasın canım, beğenmene sevindim.