YAZAR: Enes ÖZER

ÖZET

TMK çocuğun korunmasını; çocuğun kişiliğinin korunması ve çocuğun mal varlığının korunması olarak iki farklı açıdan ele almıştır. Çocuğun kişiliğinin korunmasına ilişkin TMK hükümleri genel itibarıyla çocuğun fiziki, psikolojik ve ahlaki gelişimini güven içerisinde tamamlamasını amaçlamaktadır. Bu bağlamda çocuğun kişiliğini koruma görevi velayet kurumu ile ana babaya verilmiştir. Ancak bazı durumlarda çocuğun kişilik haklarını ihlal eden, bizatihi çocuğu korumakla görevli olan ana babası olabilmektedir. Bu durumda çocuğun kişiliğinin ana babasına karşı da korunması gerekmektedir. TMK’de çocuğun kişiliğinin korunmasına yönelik öngörülen önlemleri basit ve nitelikli koruma önlemleri olarak sınıflandırmak mümkündür. Basit koruma önlemlerine ilişkin TMK’de düzenleme yapılmamış hâkimin takdirine bırakılmıştır. Ancak alınabilecek önlemlere yönelik farklı kanunlarda hâkime yol gösterecek nitelikte düzenlemeler mevcuttur. Nitelikli koruma önlemleri ise çocuğun yerleştirilmesi ve velayetin kaldırılmasıdır.

Anahtar Kelimeler: Velayet, çocuğun korunması, kişilik hakkı, koruma önlemleri

ABSTRACT

TMK child protection; addressed the protection of the child’s personality and the protection of the child’s property from two different angles. The provisions of the TMK on the protection of the child’s personality generally aim to complete the physical, psychological, and moral development of the child in a safe manner. In this context, the duty of protecting the personality of the child is given to the parents by the guardianship institution. however, in some cases, people who violate the child’s personality rights may be the parents who are responsible for protecting the child. In this case, the personality of the child needs to be guarded against her or his parents too.  It is possible to classify the measures foreseen in the TMK for the protection of the personality of the child as basic and qualified protection measures. Simple examples of protection are not regulated in TKM and are left to the judge’s decision. However, there are regulations to guide the judge in different laws regarding the measures that can be taken. Qualified protection measures include the placement of the child and the removal of custody.

Key Words: Guardianship, children’s protect, personal right, protect precaution.

GİRİŞ

Çocukluk dönemi insanın kendisini korumaktan aciz olduğu bir dönemdir. Dolayısıyla bu dönemde çocuklar başkalarının korumasına ihtiyaç duyarlar. Hayatın olağan akışı gereği çocuk ile ana ve babası arasında biyolojik bağın yanı sıra bir sevgi bağı bulunur ve ana baba bu sevgi bağının bir neticesi olarak çocuklarına son derece özen gösterirler. Bu durum hukukumuzda velayet kurumu adı altında düzenlenmiştir. Ancak ne yazık ki bazı bilinçsiz ana babalar çocuklarına gereken özeni göstermemekte, çocuğun gelişimini sağlaması için gereken zemini hazırlayamamakta ve hatta bazı sorunlu kişiler çocuklarına zarar verebilmektedir. Bazı durumlarda ise ana babanın hastalığı, içinde bulunulan koşullar vb. sebeplerle de çocuğun gelişiminin ve güvenliğinin tehlikeye düşmesi söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla kimi zaman; kendisini korumaktan aciz olan çocukların kendi ana babalarına karşı da korunması gerekmektedir. Bu çalışmada hukukumuzdaki çocukların ana babalarına karşı korunabilmesi için alınabilecek nitelikli tedbirlere ilişkin düzenlemeler TMK bağlamında ele alınmıştır.

I. GENEL OLARAK ÇOCUKLARIN KİŞİLİĞİNİN KORUNMASI VE ANA BABAYA KARŞI KORUMA

A. KİŞİLİK HAKKI KAVRAMI

Kişilik hakkı gerek doktrinde gerek Yargıtay kararlarında farklı şekillerde tanımlanmıştır. Bu bağlamda Serozan, kişilik hakkı için “kişiliği oluşturan korunası tüm soylu değerlere ilişkin haktır.[1] şeklinde bir tanım yaparken Dural/Öğüz, kişilik hakkını “kişinin toplum içinde saygınlığını ve kişiliğini serbestçe geliştirmesini temin eden varlıkların tümü üzerindeki hakkı”[2] olarak tanımlamıştır. Kısaca kişilik hakkı için, kişinin insan olmasından kaynaklanan vazgeçilmez hakları diyebiliriz. Anayasanın 17-27. Maddelerinde düzenlenen haklar bu bağlamda ele alınmaktadır. Kişinin adı, hayatı, sağlığı, vücut bütünlüğü, onur ve haysiyeti, cinsel dokunulmazlığı, kişisel değerleri vb. üzerindeki hakları da bu kapsamda değerlendirilmelidir. Ancak kişiliğe ilişkin değerlerin sınırlı olarak sayılması mümkün olamayacağından kişilik hakkının sınırları da net olarak çizilememektedir. Türk Medeni Kanunu (TMK) kişilik hakkının korunmasına yönelik temel düzenlemeyi 23 ve 24. Maddelerde yapmıştır. Kişilik hakkı mutlak, kişiye sıkı surette bağlı ve vazgeçilemez bir haktır. Bu durum 23. Maddede “Kişi, hak ve fiil ehliyetinden kısmen de olsa vazgeçemez” şeklinde ifade edilmiştir. 24. Maddede ise kişilik hakkının korunmasına yönelik olarak “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir” denmek suretiyle düzenlenmiştir. Ayrıca farklı kanuni düzenlemelerde de kişilik hakları güvence altına alınmıştır. Bu bağlamda Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) kişilik haklarına aykırı olarak yapılan sözleşmelerin kesin hükümsüz olacağı ifade edilerek genel bir düzenleme yapılmıştır[3]. Bununla birlikte TBK m 58/1’de “Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.” denerek kişilik hakkı zarara uğrayanın manevi tazminat alma yolu açılmıştır.

B. ÇOCUĞUN KİŞİLİĞİNİN KORUNMASI

1. GENEL OLARAK

Çocuk kavramı hem hukukun farklı alanlarında hem de günlük dilde farklı tanımlara sahiptir ve farklı anlamalara gelebilecek şekilde kullanılır. Çocukluğun doğumla başladığı hususunda herhangi bir tartışma bulunmamakla birlikte ne zaman sona erdiği farklı şekillerde açıklanmıştır. Kavram soy bağı ve miras hukuku açısından ele alındığında çocukluk ölüme kadar devam eder. Ceza hukuku bağlamındaysa çocukluk üç döneme ayrılarak incelenmekte ve bu dönemlerin yaş sınırları ceza kanununda açıkça belirtilmektedir[4]. Tıbbi, psikolojik ve sosyo-kültürel açılardan ise çocuk kavramına daha farklı anlamlar yüklenmiştir. Ancak bizim konumuz kapsamında kullandığımız çocuk kavramı TMK ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (ÇHDS) tarafından tanımlanan kavramdır. TMK’de çocuk kavramı erginliği, küçüklükten ayırmak için kullanılır.[5] TMK m. 11’de ve ÇHDS m. 2’de ifade edildiği üzere kural olarak çocukluk on sekiz yaşında sona erer. Ancak çocuğun evlenmesi veya TMK m. 12’de belirtildiği üzere hâkim tarafından ergin kılınması m. 11’deki genel kuralın istisnasını oluşturur ve bu durumda çocukluk on sekiz yaşından önce sona ermiş bulunur. Kişiliğin kazanılması tam ve sağ doğma koşuluna bağlanmıştır[6] (TMK m. 28/2). Bu durumda kişiliğe bağlı hakların kazanılması için de bu şart geçerlidir.

Kişilik hakkının kişiye sıkı surette bağlı ve vazgeçilmez bir hak olması hasebiyle “yasal temsile düşman”[7] haklar olarak nitelendirilmiştir. Çocuklar için ise durum biraz farklıdır. Belirli bir yaşın altındaki çocuklar ayırt etme gücüne sahip olamayacakları için kişilik haklarını koruyamayacakları gibi kişilik haklarına karşı yapılan saldırılara tek başlarına karşı koyabilecek durumda da değildirler. Dolayısıyla küçüklerin kişilik hakları veli veya vasisi tarafından korunacaktır. Ana babanın velayet hakkı kapsamında çocuğun kişiliğine müdahale etme hakkı vardır. Çocuğun yetiştirilmesi süreci göz önüne alındığında bunun kaçınılmaz olduğu da aşikardır. Bu durum, TMK m. 24/2 kapsamında kanunun verdiği yetkinin kullanımı olduğu için kişilik hakkının ihlalini oluşturmayacaktır. Ancak ana babanın çocuğun kişiliğine müdahalesi de belirli sınırlar çerçevesinde hukuka uygun olacaktır. Bu sınırların aşılması yani velayet hakkının kötüye kullanılması durumunda çocuğun kişiliği ana babaya karşı da TMK m. 25 kapsamında korunabilecektir[8].  Ana babanın, ihmalkâr olması, yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olmaması veya velayet yetkisini kötüye kullanmaları gibi durumlarda çocukların kişilik hakları ihlal edilmektedir. Hatta bazı durumlarda çocuğun kişilik hakkını ihlal eden bizatihi ana babası dahi olabilmektedir. Bundan dolayı çocukların gerek kişiliğinin gerek de malvarlığının korunmasına ilişkin çeşitli tedbirler öngörülmüştür. Çocuğun kişiliğinin sağlıklı bir şekilde gelişimini sağlamak amacıyla ana babaya velayete bağlı olarak çeşitli yükümlülükler yüklenmiştir.

Ana ve babanın çocuğu topluma yararlı bir birey olarak yetiştirme görevini gereği gibi yerine getirememesi, velayet hakkının kötüye kullanmak suretiyle çocuğun haklarını ihlal etmesi durumunda çocuğun korunmasına yönelik TMK’de birtakım önlemler öngörülmüştür. Bu önlemler doktrinde basit ve nitelikli olarak ikiye ayrılmıştır. Basit önlemler TMK m 346’da Nitelikli önlemler ise m. 347, 348, 349’da genel hatlarıyla düzenlenmiştir.[9] Basit önlemler çocuğun ailesinin yanında korunmasını amaçlarken nitelikli önlemler çocuğun ailenin yanından alınarak yetişmesi ve kişiliğini daha iyi geliştirebilmesi için daha iyi bir ortam sağlanmasını amaçlar. Basit koruma önlemlerine ana babanın uyarılması, denetlenmesi ana babaya danışmanlık desteği verilmesi örnek gösterilebilir. TMK’de düzenlenen nitelikli koruma önlemleri ise çocuğun yerleştirilmesi (m. 347) ve velayetin kaldırılmasıdır (m.348). ÇHDS’nin de 13. Maddesi devletlere çocuğun korunmasına ilişkin önlem alma yükümlülüğü getirmiştir.

TMK dışında 4787 Sayılı Aile Mahkemesinin Kuruluş Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun, 6284 Sayılı Ailenin Korunmasına ve Kadına Karışı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ve 5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu gibi kanunlarda çocukların korunmasına ilişkin alınacak önlemlerde yol gösterici niteliktedir. Bu bağlamda 4787 Sayılı kanunda Aile Mahkemesi hakimleri için öngörülen şartlar (m. 3) ve mahkeme bünyesinde sosyal çalışmacı bulundurulmasını (m. 5) düzenleyen hükümler çocuğun menfaatinin tespiti noktasında önem arz etmektedir. Hakeza 5395 Sayılı kanunda çocuğun korunmasına ilişkin hem esasa hem usule dair düzenlemeler yapılmıştır. Yine 6284 Sayılı kanunda kadına ilişkin getirilen tedbirleri çocuğa da uygulamak mümkün olacağı gibi direkt çocuğa yönelik düzenlemeler de mevcuttur.

Ana baba çocuğun bedensel, fikri, psikolojik vb. yetenek ve eğilimlerini göz önünde tutmak, çocuğu bu eğilimlerine göre yetiştirmek ve yönlendirmek, mesleki eğitimini yetenekleri doğrultusunda temin etmekle yükümlüdür. Ancak ana babanın maddi, sosyal durumları; yetenekleri ve yetkinlikleri göz önüne alındığında onlardan yapamayacakları şeyler beklenmemelidir ancak burada sınırı çocuğun bedensel ve fikri gelişiminin tehlikeye düşmesi belirler. Eğer ana baba velayet görevlerini yerine getirirken eksik kalıyorlar ve çocuğun gelişimi tehlikeye düşüyorsa bu durumda hâkimin müdahalesi söz konusu olacaktır[10].

Çocuğun kişiliğinin korunması bağlamında değerlendirilebilecek bir husus da ana babanın tedip hakkıdır. Tedip hakkı velayet kapsamında ana babanın çocuğu eğitirken kullanabileceği bir zorlama aracıdır ve gerektiğinde çocuğun kişiliğine müdahale ederek çocuğa karşı birtakım yaptırımlar uygulamayı da kapsar. Eski Medeni Kanunumuzun 267. Maddesinde “Ana baba, çocuklarını tedip hakkına maliktir.” denmek suretiyle tedip hakkı açıkça tanınmıştı. Ancak yeni TMK’ye tedip hakkı alınmamıştır. TMK’ye tedip hakkının alınmaması gerekçede de herhangi bir açıklama olmadığı için hukukumuzdan tamamen mi kalktı yoksa velayetin kapsamında varlığı devam mı ediyor noktasında bir tartışmaya sebep olmuştur. Tedip hakkının bedensel cezalandırmayı kapsayıp kapsamadığı da tartışmalı noktalardan biridir. Bizim konumuz açısından ise göz önünde bulundurulması gereken husus tedip hakkının sınırının aşılması durumunda çocuğun güvenliğinin tehlikeye düşmesi durumudur. Ana baba çocuğu eğitmek amacıyla uyguladığı yöntemlerin, verdiği cezaların çok katı olması, şiddet ve istismar boyutuna ulaşması da karşılaşılan bir durumdur. Bu gibi durumlarda da çocuğun gelişiminin tehlikeye düşmesi söz konusu olabilir[11].

2. TMK M. 346 BAĞLAMINDA ÇOCUKLARIN KORUNMASI VE İLGİLİ İLKELER

Çocuğun kişiliğinin korunması ve geliştirilmesi velayet hakkıyla birlikte ana babaya verilen görevler arasında yer almaktadır. Ana baba çocuğun velisi olarak, çocuğun menfaatini gözetmek ve imkanları ölçüsünde çocuğun gelişimini en iyi şekilde sağlayacak kararlar vermek durumundadır. Çocuğun korunması veya kişiliğinin daha iyi bir şekilde geliştirilmesi adına dahi olsa veliden imkanlarını aşan istemlerde bulunulamaz. Ancak Kanun bunun da asgari sınırını belirlemiştir. TMK m. 346’da: Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır.” denmek suretiyle çocuğun menfaati ve gelişmesinin tehlikeye düşmesi durumunda hâkimin müdahale edebileceği öngörülmüştür. Bu durumda devlet müdahalesinin söz konusu olabilmesi için çocuğun gelişiminin tehlikeye düşmesi sınır olarak belirlenmiştir[12]. TMK m. 346 çocuğun koruma önlemlerine ilişkin genel hüküm niteliğindedir ve ilk aşamada çocuğu ana babanın yanında korumayı amaçlar[13].

Çocuğun menfaatinin tehlikeye düşmesi çeşitli durumlarda söz konusu olabilir. Beslenme, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmaması; çocuğa gereksiz cezalar verilmesi, ruh sağlığını olumsuz manada etkileyecek davranışlarda bulunulması; çocuğun mesleki eğitim noktasında kötü yönlendirilmesi gibi birçok meselede kanunda öngörülen çocuğun menfaatinin ve gelişiminin tehlikeye girmesi söz konusu olabilir[14]. Çocuğun gelişiminin veya menfaatinin tehlikeye düşmesinde ana babanın kusurlu olması aranmaz. Ancak kusurun varlığı alınacak tedbir bakımından önem arz eder. Ana babanın velayet hakkını kötüye kullanması da çocuğun menfaatini tehlikeye düşürebilir. Ana babanın velayet hakkını kötüye kullanması, mezkûr hakkın meşru olmayan bir amaç için kullanılması veya hakkını kullanırken aşırılığa kaçması şeklinde görülebilir[15].

Velayet hakkının kullanılmasında dikkate alınması gereken birtakım ilkeler vardır. Çocuğun korunmasına ilişkin yargılamalarda da bu ilkeler göz önünde bulundurulmalıdır[16]. TMK m. 346 bağlamında çocuğun korunmasına yönelik önlem alınırken hâkimin göz önünde bulunduracağı ilkelerin başında çocuğun üstün yararı ilkesi gelir. Yargıtay kararlarında bu ilke çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve toplumsal gelişiminin sağlanması amacının gözetilmesi olarak açıklanmaktadır[17]. Çocuğun üstün yararının tespit edilebilmesi için yargılamanın dosya üzerinden değil duruşma günü belirleyerek sözlü yapılması gerekmektedir ve çocuğun görüşü yargılama esnasında uzman bilirkişi nezaretinde alınmalıdır[18]. Ancak hâkim çocuğun görüşü ile bağlı değildir. Çocuk kendi menfaati için neyin daha uygun olduğunu idrak edemeyeceğinden hâkim çocuğun üstün yararına olan kararı vermelidir ancak bu çocuğun görüşünün göz ardı edilmesi anlamına da gelmemelidir. 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunda Aile Mahkemelerinin hakimleri için özel olarak öngörülen şartlar ve aile mahkemesi bünyesinde sosyal çalışmacı bulundurulmasına yönelik hükümler çocuğun üstün yararının tespitinde önemli rol oynamaktadır.

Çocuğun korunmasına yönelik dikkate alınması gereken ilkelerden bir diğeri tamamlayıcılık ilkesi olarak da ifade edilen eksikliğin giderilmesi ilkesidir. Bu ilke çocuğun yetiştirilmesinde asıl olanın ana baba olduğunu ancak ana babanın çeşitli sebeplerle eksik kalması durumunda devletin müdahale ederek bu eksikliği gidermesi gerektiğini ifade eder. Çocuğun yararının tehlikeye düştüğü durumlarda ana baba bu tehlikeyi giderecek güçte olmayabilir. Bu durumda alınacak tedbirler, tamamlayıcılık ilkesi gereği ana babanın eksikliğini tamlamaya yönelik olmalıdır. Ancak alınacak tedbir aynı zamanda ana babanın velayet hakkına bir müdahale olacağı için durumun gerektirdiğinden fazlasına hükmedilmesi velayet hakkının ihlalini oluşturacaktır ki burada da ölçülülük ilkesi gündeme gelecektir[19].

Ölçülülük ilkesi anayasanın temel ilkelerinden biridir ve çocuğun anayasal özgürlüklerinin veli tarafından hangi ölçüde sınırlanabileceği noktasında da dikkate alınarak çocuk ile ana babanın hakları arasındaki dengenin sağlanmasını temin eder[20]. Hakimin vereceği korumaya ilişkin karar velayet hakkına müdahale olacağından hakim velayet hakkına en az müdahale ile meseleyi çözmeye çalışmalıdır. Örneğin uyarı kararının yeterli olacağı bir durumda veliye denetçi atanmamalıdır. TMK’de çocuğun korunmasına ilişkin alınacak önlemlerin tedrici olarak düzenlenmiş olması da ölçülülük ilkesinin bir gereğidir. Söz konusu tehlikenin mezkûr madde kapsamında alınacak tedbirlerle bertarafının mümkün olması durumunda çocuğun ana babadan alınarak m. 347 bağlamında başka bir kuruma yerleştirilmesi veya velayetin kaldırılması gibi daha ağır bir önleme başvurulması yerinde olmayacaktır[21]. Bu bağlamda denklik ilkesi de ölçülülük ilkesi ile bağlantılı olarak değerlendirilebilir.

Bir diğer ilke olan denklik ilkesi ise alınacak tedbir ile söz konusu tehlikenin denk olması gerektiğini ifade eder. Basit koruma önlemleri ile defedilebilecek bir tehlike için nitelikli koruma önlemlerine başvurulması denklik ilkesine aykırı olacağı gibi böyle bir tedbire başvurulması çocuğu psikolojik açıdan menfi manada etkileyeceği için çocuğun üstün yararı ilkesine de aykırılık oluşturacaktır. Denklik ilkesi ile çok yakın bağlantısı olan bir ilke de zorunlu kalma ilkesidir. Zorunlu kalma ilkesine göre, çocuğun ana babadan alınmasını içeren yerleştirme ve velayetin değiştirilmesi gibi nitelikli tedbirler son çare olarak görülmeli ve ailenin dağılmasına sebep olacağı için zorunlu kalınmadıkça bu tedbirlere başvurulmamalıdır.

Bir diğer ilke olan gelişimin engellenmemesi ilkesi de koruma tedbirine başvururken çocuğun sadece kısa süreli menfaatinin değil orta ve uzun vadedeki menfaatinin göz önüne alınması gerektiğini ve alınacak tedbirin orta/uzun vadede çocuğun gelişimini olumsuz etkilememesi gerektiğini ifade eder. Bu noktada Yargıtay[22] “çocuk yetişkin biri olmuş olsaydı, kendisini ilgilendiren bir olayda, kendi yararı için ne gibi bir karar verebilecekti ise, çocuk için karar verme makamındaki kişinin de aynı yönde karar verilmesi gerekir” demek suretiyle meselenin anlaşılmasına yönelik daha somut bir ölçü koymuştur[23]. Unutulmamalıdır ki ne çocuğun yerleştirilmesi ne de velayetin kaldırılması ana baba için bir cezalandırmadır. Dolayısıyla ana baba velayeti kötüye kullanıyor dahi olsa çocuğun üstün yararı ve gelişimi açısından mezkûr ilkeler ışığında ana baba yanında kalması gelişimi açısından daha sağlıklı olacaksa çocuk ana baba yanında kalmalıdır.

Çocuğun kişiliğine saygı gösterilmesi gereği de çocuğun korunmasına ilişkin temel ilkeler arasında yer alır. Çocuğun kişiliğine saygı gösterilmesi çocuğun bağımsız bir kişilik oluşturabilmesi için gereken şartların sağlanması ve bir birey olarak kabul edilip kendisini ilgilendiren kararlarda yaşına ve algılama düzeyine göre fikrinin alınmasını, meslek seçiminde ilgi ve yeteneklerine göre hareket edilmesini kapsar[24]. Bu bağlamda TMK m. 322, 339 ve 340 bu ilkenin perspektifinde değerlendirilebilir[25].

3. KORUMA ÖNLEMLERİ

TMK m. 346’da çocuğun menfaatinin ve gelişiminin tehlikeye düşmesi durumunda hâkimin çocuğun korunmasına yönelik uygun önlemleri alacağını ifade etmiştik. Mezkûr maddede hâkimin ne tür önlemler alacağına ilişkin bir düzenleme mevcut olmayıp uygun tedbirlerin alınması için hâkime geniş bir takdir yetkisi tanınmıştır. Ancak farklı kanunlarda çocukların korunmasına yönelik sınırlayıcı olmayan birtakım basit koruma önlemleri öngörülmüştür.

Çocuk Koruma Kanunu m. 5’te ilgililerin başvurusu üzerine alınabilecek önlemler düzenlenmiştir. Söz konusu madde kapsamında hâkim çocuğun aile ortamında korunmasını sağlamak üzere danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında önlemler alabilir. Bu alanlarda alınabilecek önlemlere mezkûr maddede örnekler gösterilmiştir. Söz konusu maddede alınabilecek önlemeler sınırlı olarak sayılmamış sadece ana hatlarıyla değinilerek hâkime takdir yetkisi bırakılmak suretiyle durum ve şartlara uygun sorunu en iyi şekilde çözecek tedbirleri alması beklenmiştir. Bunu yanında Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’da da çocuğun korunmasına ilişkin çeşitli önlemler öngörülmüştür. Annenin şiddete karşı korunmasına yönelik öngörülen tedbirler çocuk için de uygulama alanı bulacaktır[26]. Çocuğun korunmasına yönelik hâkim tarafından alınabilecek koruma önlemleri başlıca rehberlik ve danışmanlık hizmeti alma, Uyarıda bulunma, emir verme vb. sayılabilir[27].

Ana babanın velayet görevlerini ihmali durumunda önlemin söz konusu olabilmesi için ihmalin hukuki müdahaleyi gerektirecek ağırlıkta olması gerekir. İhmalin ağırlığı çocuğun güvenliğinin tehlikeye düşmesiyle ölçülebilir. TMK m. 346 ile ilgili açıklamalarımız da bu noktada göz önünde bulundurulmalıdır. Bu konuda uzman görüşüne başvurarak bilimsel verilerden yararlanmak çocuğun menfaatinin, gelişiminin ve güvenliğinin tehlikeye düşmesi durumunun teşhisi açısından önemlidir. Zira önlem alınabilmesi için söz konusu ihmalin teşhis edilebilir olması da gereklidir. Ayrıca ihmalin ağırlığının tespitinde sosyokültürel faktörler de göz önünde bulundurulmalıdır[28]. Sosyokültürel faktörler zaman içerisinde değişim gösterdiği için bundan yirmi yıl önce çocuğun güvenliği ve gelişimi açısından tehlike arz etmeyen bir durum bugün tehlike arz edebilir. Yahut kırsal yaşantıda tehlike olarak telakki edilmeyen bir durum kent hayatında tehlike olarak telakki edilebilir. Örneğin kırsal kesimde çocuğun tarlada ana babasına yardım etmek suretiyle çalıştırılması gelişimi açısından bir tehlike olarak görülmeyebilir ancak aynı çocuğun bir fabrikada çalıştırılması çocuğun gelişimi açısından tehlike oluşturan bir durum olarak telakki edilebilecektir. Yahut kırsal kesimde küçük çocuğun yalnız başına dışarıya çıkmasına izin verilmesi çocuğun güvenliği açısından tehlike oluşturmazken kent yaşamında çocuğun güvenliğini tehlikeye düşüren bir durum olarak değerlendirilebilecektir. 

Çocuğa gerekli eğitim imkanlarının sağlanmaması çocuğun gelişimini tehlikeye düşüren olgular arasında önemli bir yer tutmaktadır. Eğitim hakkı anayasada düzenlenmiş temel bir haktır ve eğitim orta öğretim dahil olmak üzere zorunludur. Ana baba imkanları ölçüsünde çocuğa gerekli eğitimi sağlamak zorundadır. Bunun yanında istekli ve istidatlı çocuğa yüksek öğrenim imkânı da sağlamalıdır[29]. Ancak çocuğun eğitimini düzenleyen TMK m. 340 da ana babanın olanakları ölçüsünde çocuğu eğitmelerinden söz edilmiştir. Bu durumda tabii olarak ana babadan imkanlarını aşan bir eğitim beklenemeyecektir. Ancak eğitim ana baba ile birlikte devletin de sorumluluğundadır. Zorunlu eğitimi devlet herkesin yararlanabileceği şekilde sağlamalı, imkânı olmayanlara destek olmalı tüm bunlara rağmen çocuk için gerekli eğitimin verilmesinden kaçınan ana babaya yönelik koruma önlemlerine başvurmalıdır. Çocuğun sağlığının ihmal edilmesi, suça meyilli olarak yetiştirilmesi, ağır işlerde çalıştırılması, şiddet veya istismara maruz kalması gibi birçok durumda koruma önleminin alınmasını gerektiren durumlar olarak sayılabilir.

Hâkim koruma önlemlerine başvururken yukarıda ifade ettiğimiz ilkeleri göz önünde bulundurmalı, çocuğun durumunu daha da kötüleştirerek gelişimini daha riskli duruma düşürecek müdahalelerden kaçınmalıdır. Alınacak tedbir sonucu oluşacak durum çocuğun menfaati açısından mevcut durumdan daha kötü sonuçlara yol açmamalıdır[30]. Bu minvalde hâkim herhangi bir koruma önlemine karar verirken çocuğun psikolojik durumunu korumayı da ihmal etmemelidir.  Bunun için de alınacak tedbirlerde ölçülülük ilkesi aşılmamalı durumun gereğine göre en uygun tedbir alınmalıdır Alınacak önlem çocuğu menfi olarak etkilemese dahi ölçülülük ilkesine aykırı olması durumunda ana babanın velayet hakkının ihlali söz konusu olacaktır.

Ana babanın velayet görevini ihmal etmesi durumunda hâkimin alacağı basit tedbirler velayet hakkına çok müdahale etmeden ihmalin büyümesini engelleyebilir. Aileye rehberlik yardımının sağlanması, ana babanın ihtarı, ana babaya emir ve direktif verilmesi, ana babanın denetime tabi tutulması[31] gibi önlemler ihmalin dolayısıyla da çocuğun gelişiminin ve menfaatinin daha fazla tehlikeye düşmesini önleyecek tedbirlere örnek olarak verilebilir.

Ana babanın velayete birlikte sahip olmaları durumunda koruma önlemleri ikisine birden uygulanabileceği gibi sadece birisine uygulanması söz konusu olabilir[32].

Özel hukukta kural olarak taraflarca getirilme ilkesi kabul edilmiştir. Ancak velayete ilişkin hakların kötüye kullanılması durumunda çocuğun kendi hakkını savunamayacağından ve çocuğun korunmasının kamu yararına ilişkin olması gibi hususlardan dolayı çocuğun korunmasına yönelik önlemlerin alınmasında resen araştırma ilkesi kabul edilir. Çocuğun korunmasına ilişkin önlemlerinin alınması gereken bir durumun varlığını herkes ileri sürebilir. Çocuğun durumu göz önünde bulundurulduğunda, ihlal edilen hakkını mahkemeye taşıyamayacağı aşikardır. Bu ihlalin bizatihi kendisini temsil etmesi gereken velisi tarafından yapılması durumunda çocuk açısından ağır mağduriyetlerin olabileceği göz önünde bulundurulduğunda bu konuda resen araştırma ilkesinin kabulü son derece yerinde ve gereklidir. Bu bağlamda koruma önlemini gerektiren bir durumun varlığını mesela çocuğun şiddet gördüğünü, ağır işte çalıştırıldığını ya da cinsel sömürüye maruz kaldığını fark eden öğretmen, komşu, doktor vb. de çocuk için koruma önlemi alınmasını isteyebilecektir[33].

Çocuğun korunmasına ilişkin davada kendini ifade edebilecek durumdaki çocukların hâkim tarafından dinlenilmesi ve görüşünün alınması gerekir. Çocuğun görüşü alınırken mutlaka bir uzman hazır bulunmalıdır. Çocuğun yaşı küçük olduğu için mahkeme salonunda dinlenmesinin uygun olmayacağı durumlar olabilir; çocuğun mahkemeye çağrılması çocuğun psikolojisini kötü etkileyebilir ya da çocuk hâkim karşısında kendini ifade edemeyebilir. Bu gibi durumlarda çocuğu hâkim karşısına çıkmaya zorlamak uygun bir çözüm olmayacaktır. Bu gibi durumlarda çocuğun görüşünün alınabilmesi için uygun yöntemlere başvurulması, gerekiyorsa çocuk bir süre uzman tarafından gözlenmelidir[34]. Bağlamda Aile mahkemesi bünyesinde görev yapan sosyal çalışmacılar önem arz etmektedir. Ayrıca 4787 sayılı kanunda Aile Mahkemesi Hakimleri için öngörülen şartlar da hâkimin çocuğun içerisinde bulunduğu tespit etmesi ve çocuğun yararının korunması için neyin daha iyi olduğunu tespit edebilmesi açısından son derece önemli bir düzenlemedir. Çocuğun ana babanın tesiri altında kalma ve yaşadıklarını doğru bir şekilde değerlendirememe ihtimalleri sebebiyle hâkim çocuğun ifadesiyle bağlı değildir.

II. NİTELİKLİ KORUMA ÖNLEMLERİ

A. ÇOCUĞUN YERLEŞTİRİLMESİ

Bir çocuğun gelişimini en iyi sağlayacağı yer pek tabii ailesinin yanıdır. Ancak ana babanın velayet görevlerini ciddi şekilde aksatmaları sonucu çocuğun gelişimi tehlikeye girerse yahut çocuk manen terk edilmiş duruma düşerse ve alınacak basit koruma tedbirleri ile bu durum önlenemiyorsa çocuğun ailesinin yanından alınarak başka bir aile veya bir kurum yanında yetiştirilmesini içeren nitelikli tedbirler gündeme gelecektir.

TMK m. 346’da öngörülen basit tedbirler alınsa dahi çocuğun bedensel ve zihinsel gelişimi tehlikede olmaya devam edecekse veya çocuk manen terk edilmişse nitelikli koruma önlemlerine başvurulacaktır. Bu kapsamda Başvurulacak ilk kurum çocuğun bir kurum veya aile yanına yerleştirilmesidir. TMK m. 347/1’de “Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir.” Denmek suretiyle çocuğun yerleştirilmesi düzenlenmiştir.

TMK m. 347/1’de çocuğun yerleştirilebilmesi için iki durum öngörülmüştür: çocuğun bedensel ve zihinsel gelişiminin tehlikede bulunması ve çocuğun manen terk edilmiş olması. Çocuğun ana babadan alınabilmesi için söz konusu bedensel ve zihinsel tehlikenin basit koruma önlemleri ile giderilemeyecek nitelikli ve sürekli olması gerekmektedir. Söz konusu tehlike o denli büyük olmalıdır ki çocuğun ana babadan koparılması gibi çocuk üzerinde ciddi manevi tesiri olan bir önlemin alınması en iyi çözüm olarak görülsün[35]. Ancak burada sözü edilen tehlikenin büyüklüğü, tehlike oluşturan durumla değil, doğuracağı sonuçla değerlendirilmelidir. Yoksa tehlikeyi oluşturan durum çok ağır olmayabilir ancak gelecekte doğuracağı sonuçların çocuğun gelişimini ve güvenliğini ciddi anlamda tehlikeye düşüreceği anlaşılıyorsa, ailede bu tehlikeyi önleyebilecek durumda değilse çocuğun yerleştirilmesi söz konusu olacaktır[36].

Söz konusu tehlike çocuğun bedenen, fikren veya ahlaken gelişimini tehdit eden bir tehlike olabilir. Çocuğun aç bırakılması, fiziksel/psikolojik/cinsel şiddete ve sömürüye maruz bırakılması, sağlığının tehlikeye düşürülmesi gibi durumlarda çocuğun bedenen; okula gönderilmemesi, çocuğun gayrı ahlaki davranışlarına müsamaha gösterilmesi, duygusal gelişimini olumsuz etkileyecek davranışlarda bulunulması fikren; ana babanın gayrı ahlaki yaşam sürmesi, çocuğa dilencilik, hırsızlık vb. yaptırılması gibi durumlarda da ahlaken gelişiminin tehlikeye düştüğü söylenebilir. Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişiminin tehlikede olması her zaman veliden kaynaklanmayabilir. Bazen çocuğun bulunduğu çevre de çocuğun tehlikeye düşmesine sebep olabilir[37].

Çocuğun manen terk edilmesi kavramı ise tam olarak açıklanmış bir kavram değildir ancak genel itibariyle bir çerçeve çizmek gerekirse; ana babanın çocuğu ile ilgilenmemesi, çocuğun ihtiyaçlarını gidermek konusunda gerekeni yapmaması ve çocuğu umursamaması olarak açıklanabilir[38]. Çocuğun manen terk edilip edilmediğini belirleme noktasında hâkime geniş bir takdir yetkisi tanınmış olmakla birlikte hâkim psikolojik verileri göz önünde tutmalı ve gerektiğinde bilirkişiye başvurarak karar vermelidir. Çocuğun manen terk edildiği sonucuna ulaşılabilecek durumlara çocuğun anormal davranışlarda bulunması, çalışmaktan ve işten kaçıyor olması, suça yatkın olması, serseri bir hayat tarzına sahip olması gibi durumlar örnek olarak gösterilebilir[39].

Çocuğun ailesinden alınmasının çocuğu olumsuz yönde etkileyeceği açıktır. Bu durumda bu önleme başvurulabilmesi için bir sınırın belirlenmesi gerekmektedir. Emine Akyüz’e göre çocuğun ana babadan alınabilmesi için ana babanın bakım ve eğitiminin hiçbir olumlu yönünün kalmamış olması gerekir. Ancak Akyüz’ün çizdiği sınır yeterince net değildir ve her zaman doğru bir sonuca götürmeyebilir. Çünkü çocuğun gelişiminin çok ciddi tehlike altında bulunduğu durumlarda bile ana babasının yanında yetişmesinin olumlu bir yanı olabilir. Örneğin birtakım hastalıkları olduğu için çocuğun bakımını gereğince yerine getiremeyen ve gelişiminin tehlikeye düşmesine sebep olan velinin çocuğuna karşı gösterdiği şefkat ve aile sıcaklığı çocuk için son derece önemli bir yarar olduğu açıktır. Ancak velinin hastalığı çocuğun gelişimini tehlikeye düşürdüğü için çocuğun velinin yanında bırakılması durumunda doğacak zarar daha büyük olabilir. Bu durumda çocuğun ana babanın yanında bırakılmasının hiçbir olumlu yanının kalmadığı söylenemez.  Bu noktada dikkate alınacak ölçüt; önlemin alınması ile alınmaması ihtimallerinde oluşacak durumların kıyaslanmasıyla bir sonuca varılması olacaktır. Eğer iki ihtimal arasında çocuğun yararı açısından ciddi bir fark olmayacaksa çocuğun ana babaya yanında bırakılması gerekir. Bu noktada çocuğun yararı tespit edilirken verilecek kararın çocuğun psikolojisi üzerindeki etkisinin de göz önünde bulundurulması gerektiğini tekrar hatırlatmamızda fayda var.

Çocuğun yerleştirilmesi tedbiri süreye bağlı olmaksızın alınabileceği gibi belirli bir süreye bağlı olarak da alınabilir. Örneğin ana baba ağır hastalığa yakalandığı için çocuğu ile ilgilenemiyor olabilir ve çocuk manen terk edilmiş duruma düşmüş olabilir. Bu halde çocuğun yerleştirilmesi gündeme gelecektir. Ancak ana babanın hastalığı geçici ise ve hastalıkları geçtikten sonra çocuğun ana babasının yanında kalması üstün yararına olacaksa yerleştirmenin geçici bir süreliğine olması daha isabetli olacaktır. Bu noktada çocuğun yerleştirilmesini gerektiren durumunda ana babanın kusurunun aranmadığını hatırlatmak gerekir.

Çocuğun yerleştirilmesi sebeplerinden birisi de çocuğun aile içinde kalmasının aile huzurunu bozmasıdır. TMK m. 347/2’de çocuğun aile içinde kalmasının aile huzurunu bozması durumunda ailenin başvurusuyla çocuğun yerleştirilmesi ihtimali düzenlenmiştir. Bu durumda çocuğun ana babadan alınması hem çocuğun hem de ana babanın kişiliğinin korunması açısından yerinde bir tedbir olacaktır. Ailenin başvurusu durumunda gerekli şartlar da varsa hâkim çocuğun bir aile veya kuruma yerleştirilmesine karar verebileceği gibi çocuğun erginliği yaklaşmışsa bağımsız oturmasını da öngörebilir[40].

Çocuğun yerleştirilmesi durumunda ana babanın velayet hakkı devam etmektedir. Dolayısıyla ana baba, velayet hakkı sınırlandırılmış da olsa velayete bağlı birtakım hakları kullanabileceklerdir. Bu bağlamda çocuğa isim verilmesi, mesleki eğitiminin belirlenmesi, dini eğitim alması gibi hususlarda ana babanın etkinliği devam eder. Ayrıca ana baba çocuğun menfaatine aykırı olmadıkça çocukla kişisel ilişki kurabilir ve velayete bağlı diğer haklarını da kullanabilir[41]. Bunun yanında ana babanın velayete bağlı birtakım görevleri de devam eder. Çocuğun masrafları ana babanın durumu elverdiği ölçüde onlardan karşılanır. Bu bağlamda TMK m. 347/4 nafakaya ilişkin hükümleri saklı tutmuştur. Ancak ana babanın maddi imkanının olmaması durumunda masrafları devlet karşılayacaktır (TMK. 347/3).

Çocuğun nereye yerleştirileceği noktasında da hâkime geniş bir takdir yetkisi tanınmıştır. Durumun şartlarına göre çocuğun bir aile yanına mı, bir bakımevine mi yoksa bir eğitim kurumuna/yurda mı yerleştirileceğine hâkim karar verecektir[42]. Çocuğun tanıdığı bir aile yanına yerleştirilmesi bunun mümkün olmaması durumunda ise koruyucu aile yanına yerleştirilmesi, çocuğun aile şefkatinden mahrum kalmaması ve durumdan menfi anlamda en az etkilenerek çıkabilmesi için daha isabetli olacaktır[43]. Ancak bu durum somut olaya göre değişiklik gösterebilir.

Çocuk koruyucu aile yanına yerleştirildikten sonra, koruyucu ailenin çocuğa gereken özeni göstermemesi durumunda çocuk koruyucu aileden alınır. Ailesinin yanına yerleştirilmesindeki sakınca da devam ediyorsa ve başka bir koruyucu aile de bulunamazsa, çocuk kuruma yerleştirilir. Kuruma yerleştirilen çocuğun, durumunun belirli aralıklarla kontrol edilmesi adına hâkim çocuğa denetçi atayabilir. Durumun özelliklerine göre denetçinin kimliği gizli tutulabilir[44].

Çocuğun koruyucu aileye verilmesi durumunda velayete ilişkin bir düzenleme yapılmadığından velayetin ana babada kalmaya devam edeceği, koruyucu ailenin ev başkanlığı hükümlerinden yararlanacağı kabul edilmektedir. Ev başkanlığı TMK m. 367 vd. düzenlenmiştir. TMK m. 368[45] gereği çocuk yerleştirildiği koruyucu ailenin ev düzenine uymakla yükümlüdür. Ev başkanı ise çocuğun korunma ve gözetiminden sorumlu olacaktır. Ayrıca m. 369[46] bağlamında da çocuğun haksız fiili durumuna kusursuz sorumluluğu gündeme gelecektir. 

B. VELAYETİN DEĞİŞTİRİLMESİ VEYA KALDIRILMASI

Velayet hakkı çocuğun bakımı, çıkarlarının korunması, temsili, eğitimi, malvarlığının yönetimi için oluşturulmuş ve çocuğun bağımsız bir kişilik kazanmasını hedefleyen hukuki kurumdur[47].

Velayetin temel amaçlarının başında çocuğun bağımsız bir kişilik kazanması, kişiliğinin gelişmesi ve sağlam bir karakter oluşturabilmesi olduğu için çocuğun yaşı ilerledikçe velayetin kapsamı azalacaktır[48]. Çünkü çocuk, yaşı ilerledikçe karakteri oturmaya başlayacak ve kendi kişiliğini koruyacak ve geliştirecek yetkinliğe yavaş yavaş ulaşacaktır. Bu süreçte de velayete olan ihtiyacı gittikçe azalacaktır. Ancak çocuk bu yetkinliğe ulaşana kadar çocuğun kişiliğini korumak ve geliştirmek görevi veliye verilmiştir.

Velayetin bir hak mı yoksa bir ödev mi olduğu konusu doktrinde tartışmalıdır. Eskiden velayet “hak” kavramı üzerinden açıklanarak ana babanın çocuk üzerindeki haklarını içeren bir hukuki kurum olarak düşünülüyordu ve yalnızca aileyi ilgilendirdiği düşünülerek dış müdahaleleri imkânsız görüyordu. Bu da velayet hakkını mülkiyete benzer bir hak konumuna sokuyordu. Günümüzde ise çocuğun üstün yararı ilkesinin de benimsenmesiyle birlikte velayetin sadece bir hak olmadığı aynı zamanda bir “ödev” olduğu görüşü kabul edilmektedir. Bu görüşe göre velayet çocuğun korunması ve temsil edilmesi adına ana babaya verilen birtakım ödevler olduğu dolayısıyla da toplumsal bir yönünün de bulunduğu ve söz konusu ödevlerin gereği gibi yerine getirilmemesi durumunda dışarıdan müdahalenin söz konusu olabileceği kabul edilmektedir. Binaenaleyh velayet ne sadece “hak” ne de sadece “ödev” kavramıyla açıklanabilir. Velayet birtakım hakları ve ödevleri bünyesinde barındıran hukuki bir kurumdur[49].

Velayetin kullanılmasında eşler, evlilik birliğinin genel hükümlerine uygun davranmalıdır[50]. Çocukların bakım ve gözetimine özen göstermek de evlilik birliğinin genel hükümleri içerisinde düzenlenen hususlardan biridir. TMK m. 185/2’de “Eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler.” denmek suretiyle bu husus açıkça düzenlenmiştir.

Velayet hakkının kullanılmasında esas olarak gözetilecek husus çocuğun yararıdır. Çocuğun yararı ilkesi TMK’de de sıklıkla zikredilmiştir. Örneğin m. 337’de ana babanın evli olmadığı durumda “hâkim, çocuğun menfaatine göre vasi atar veya velayeti babaya verir.” demiştir. Hakeza m. 339’da “Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve uygularlar.” denmiştir. Ayrıca m. 346’da çocuğun korunması amacıyla önlem alınabilmesi için “çocuğun menfaatinin” tehlikeye düşmesi aranmıştır. Çocuk ile ana babanın menfaatinin çatışacağı bir hukuki işlemin söz konusu olduğu durumlarda da çocuğa kayyım atanması öngörülmüştür. TMK m. 345’te “Çocuk ile ana veya baba arasında ya da ana ve babanın menfaatine olarak çocuk ile üçüncü kişi arasında yapılacak bir hukukî işlemle çocuğun borç altına girebilmesi, bir kayyımın katılmasına ve hâkimin onayına bağlıdır.” Denmek suretiyle bu durum düzenlenmiştir.

Ana babanın birlikte yaşamaya ara vermesi durumunda (TMK m. 197) hâkim kural olarak TMK m. 346 ve devamındaki maddelere dayanarak koruma önlemlerine başvuramaz. Çünkü söz konusu durum geçicidir. Ancak 197/4’e dayanarak[51] çocuğa ilişkin gereken önlemleri almalıdır. Ana babanın birlikte yaşamaya ara vermesi durumunda velayeti ana babanın birlikte kullanmaya devam mı edeceği yoksa taraflardan birine mi bırakılacağı doktrinde tartışmalıdır. Bir görüşe göre birlikte yaşamaya ara verilmesi evlilik birliğinin koruma amacı gütmesini göz önüne alarak çocuğun taraflardan birine bırakılmasının tarafların birleşme ihtimalini daha da zora sokacağını dolayısıyla da velayetin birlikte kullanılmaya devam etmesi gerektiğini savunmaktadır. Diğer görüşe göre ise ana babanın ayrı yaşaması velayetin birlikte kullanılmasını zorlaştıracağından çocuğun üstün yararının tehlikeye düşeceğini ve velayetin taraflardan birine bırakılması gerektiğini savunmaktadır. Hâkim somut olaya göre bir değerlendirme yapmalı durumun koşulları ve çocuğun üstün yararı velayetin bir tarafa bırakılmasını gerektiriyorsa velayeti bir tarafa vermeli aksi halde tarafların velayeti birlikte kullanması yönünde karar vermelidir[52]

TMK m. 346’da hâkimin, ortak hayata son verilmesi durumunda velayeti taraflardan birisine verebileceği öngörülmüştür. Maddenin zıt anlamından yola çıkan yazarlar bu durumda velayeti tarafların birlikte kullanabileceğini savunmaktadır. Yargıtay ise ilk dönemlerde ana babanın velayeti birlikte kullanamayacağı yönünde karar verirken 20.02.2017 tarihli 2016/ 15771 E. 2017/ 1737 K. sayılı kararında yerleşik içtihadını değiştirerek ana babanın velayeti birlikte kullanabileceği yönünde karar vermiştir[53]. Ancak bu durum doktrinde tartışılmaya devam etmektedir. Bir kısım yazarlar evlilik birliği sona erdikten sonra velayetin birlikte kullanamayacağını savunurken bir kısım yazarlar bunun mümkün olduğunu takdir yetkisinin hâkime bırakıldığını savunmaktadır[54].

Ana babanın ayrı olması ve velayetin bunlardan yalnız birine bırakılması durumunda kendisine velayet bırakılmayan taraf da çocuk ile kişisel ilişki kurma hakkına sahiptir. Velayetin değiştirilmesi velayetin kendisine bırakılan ana veya babadan alınarak karşı tarafa verilmesi anlamına gelir. Bu bağlamda çocukla kişisel ilişki kurulmasının engellenmesi, çocuğun fiilen velayet hakkı olmayan ana veya babaya veya üçüncü bir kişiye bırakılması velayetin değiştirilmesine yönelik Yargıtay kararlarında dikkat çeken sebepler olarak sayılabilir. Bununla birlikte çocuğun sağlığı, eğitimi, ahlaki gelişimi, velinin haysiyetsiz yaşamı gibi sebeplerle de velayet değiştirilebilir[55]. Buna karşın ana babanın yeniden evlenmesi kural olarak velayetin değiştirilmesine sebep teşkil etmez (TMK m. 349[56]). Ancak ana babanın evliliği çocuğun gelişimini menfi manada etkiliyorsa velayetin değiştirilmesi hatta durumun koşullarına göre velayetin kaldırılması söz konusu olabilecektir.

Velayetin ana veya babaya verildiği durumlarda birtakım koşulların değişmesi ile velayet hakkının tekrar düzenlenmesi gündeme gelecektir. Velayet kendisinde olan tarafın ağır hastalığı, kısıtlanması, çocuğun eğitimini ve gelişimini etkileyecek şekilde yer değiştirmesi, velayetin bırakılmadığı tarafla çocuğun kişisel ilişki kurmasını engellemesi gibi durumlar velayetin yeniden düzenlenmesini gerektiren olgulara örnek olarak verilebilir. Bu gibi durumların varlığı halinde velayet kendisine bırakılmayan tarafın başvurusu üzerine hâkim yeni koşullara göre velayetin durumunu tekrar değerlendirecek ve gerekiyorsa velayeti diğer tarafa verebileceği gibi m. 348’deki şartların gerçekleşmesi durumuna velayeti tamamen kaldırarak çocuğa vasi atayabilecektir[57]. Karardan aksi anlaşılmadıkça velayetin kaldırılması doğacak çocukları da kapsar. (TMK m. 348/2)

Ana babanın evli olmaması halinde ise velayet anaya ait olacaktır (m. 337/1). Ananın küçük kısıtlı vb. velayeti kullanamayacak durumda olması halinde çocuğa vasi atanabileceği gibi velayet babaya da verilebilir. Ancak velayetin babaya verilmesi durumunda ananın velayete engel durumu geçtikten sonra tekrar velayeti alabilmesi hâkim kararına bağlı olduğundan velayete engel durumun geçici olması durumunda çocuğa vasi atanması daha iyi bir yol olarak görülebilir[58]. Tabii bu durumda bakılması gereken çocuğun üstün yararıdır.

Velayetin kaldırılmasını gerektirebilecek durumlara TMK m. 348/2’de örnekler verilmiştir. Söz konusu madde de sayılan sebepler sınırlayıcı değildir, örnek mahiyetindedir. Sayılan sebepler göz önünde bulundurulduğunda velayetin kaldırılmasının ağırlıklı olarak velinin fiil ehliyetiyle ilgili bir sorundan kaynaklandığı söylenebilir[59].  

Ana babanın kısıtlanması velayetin kaldırılması sebebi olarak değerlendirilebilir. Ancak kısıtlanma durumunda velayet kendiliğinden kalkmaz hâkimin bu yönde bir karar vermesi gerekir. Hakeza ana babaya yasal danışman atanması durumu da doğrudan velayetin kaldırılması sebebi olmasa bile ana babanın velayete ilişkin görevlerini gereği gibi yapmaları hususunda ciddi şüpheler oluşturan bir durumdur. Böyle bir durumda da ana babanın velayet görevlerini yerine getiremedikleri ve bu sebeple çocuğun yararının ciddi şekilde tehlikeye düştüğü veya manen terk edildiği anlaşılırsa velayet kaldırılmalıdır[60]. Velayetin kaldırılabilmesi için ana babanın velayet görevlerini savsakladığına ve yükümlülüklerini ihmal ettiğine dair yeterli delil[61] olmalıdır[62].

TMK m. 348/1’de ana babanın hastalığı sebebiyle velayetin kaldırılabileceği öngörülmüştür. Ancak söz konusu hastalığın ana babanın velayet görevlerini gereğince yerine getirmesine bir engel teşkil ediyor olması ve bu hastalığın süreklilik arz ediyor olması gerekir. Yine maddede öngörülen velinin başka yerlerde bulunması da her zaman velayetin kaldırılmasını gerektirmez. Ancak velinin sürekli yer değiştirmesi çocuğun eğitimi veya sağlığını kötü etkiliyorsa ya da veli çocuğu başkalarına bırakarak gitmişse velayetin kaldırılması söz konusu olacaktır[63].

Ana veya babanın kasten işlediği bir suçtan dolayı hapis cezası alması durumunda TCK m. 53 f.1/c[64] gereği ana baba velayet hakkından yoksun bırakılır. Velayetten yoksun bırakılan kişi cezai infazı tamamlanıncaya kadar velayete dayalı hak ve görevlerini yerine getiremeyeceği için diğer eş velayet hakkını yerine getirir[65].

Velayetin kaldırılması kararı kamu düzenine ilişkin olduğundan dolayı resen araştırma ilkesi geçerlidir[66]. Çocuk için asıl olan velayet olmakla birlikte çocuğun velisinin bulunmaması durumunda çocuğa vasi atanır. Çocuğun velisinin bulunmaması, ölüm, gaiplik, ana babanın kısıtlanması, çocuğun terki gibi durumlardan kaynaklanabileceği gibi ana babanın ikisinden de velayet görevlerini yerine getirmeme veya velayet hakkını kötüye kullanma gibi sebeplerle velayetinin kaldırılmasından kaynaklanabilir[67]. Vasi öncelikle çocuğun yakın akrabaları içerisinden atanır. TMK m. 414’te akrabaların ve ilgililerin vasi atanmasında öncelikli olması açıkça düzenlenmiştir. Böylelikle çocuğun ailesinden alındığında yaşayacağı psikolojik zorluğun, tanıdığı bir kişinin bakım ve gözetimi altına alınmasıyla en aza indirilmesini amaçlamaktadır. Aynı zamanda vasinin çocuğu önceden tanıyor olması da çocuk ile iletişimini kolaylaştıracaktır, akraba olmaları da aralarındaki kan bağı sebebiyle çocuğun ihtiyaç duyduğu sevgi bağının sağlanması daha kolay hale gelecektir. Ancak her zaman yakın akrabanın vasi olarak atanması mümkün olmamaktadır. Bu halde durumun koşullarına göre çocuğu tanıyan başka birisi vasi olarak atanabilir, bunun da mümkün olmadığı durumlarda çocuk bir kurma yerleştirilir ve kurum çocuğun vasiliğini üstlenir. Çocuğa vasi atanırken çocuk ile ana babanın da görüşleri dinlenmelidir.

Vesayet kurumu, Velayete göre daha korunaklı bir yapıya sahiptir. Vasinin her yıl düzenli olarak vesayet makamı olan sulh hukuk hakimine hesap vermesi gerekmektedir. Ayrıca vasi birtakım işlemleri yapabilmek için de vesayet makamının iznine ihtiyaç duyar. Vesayet kurumunda denetimin velayete göre daha korunaklı olmasının sebebi, velayetin biyolojik bağa dayanmasıdır. Veli çocuğun öz ana babası olacağından hayatın olağan akışında ana babanın çocuğun yararına mugayir iş yapması beklenmez. Ancak vesayette böyle bir durum söz konusu olmadığından ve velayetin asıl, vesayetin ise istisna olmasından dolayı vasinin denetimi veliye göre daha sıkı olarak düzenlenmiştir.

SONUÇ

Hukukumuzda çocuğun kişiliğinin ana babası yanında tehlikeye girdiği durumlarda hâkimin velayet hakkına müdahale edilebileceği ön görülmüştür. Velayet hakkına yapılacak müdahalenin orantılı olması gereği de açıktır. Bu noktada belirtilmesi gereken husus hukukumuzda öncelikli olarak çocuğun üstün yararının korunduğudur.

Ülkemizde birçok ana baba maalesef bilinçsiz olduğu veya birtakım fiziki, mali, psikolojik sıkıntılar içinde bulunmaları dolayısıyla çocuklarının gelişim ve güvenliğini tehlikeye atabilmektedir. Bu tehlikenin önlenmesi çoğu zaman çok basit tedbirlere mümkün olabilecekken maalesef çoğu zaman bu durum yargıya taşınmadığı için tehlike daha da büyümekte hatta önlenemez hale gelebilmektedir. Bu bağlamda çocukların korunabilmesi için ailelerin, velayet hakkına müdahale edilmeden uzaktan denetlenmesi ve gerekiyorsa tedbir alınması için meselenin yargıya taşınması çocukların korunması için daha etkin bir yoldur.    

Çocukların gelişimini en güvenli olarak sağlayacakları yer pek tabii ailelerinin yanıdır. Ancak çocukların aile yanında sosyal, psikolojik, fiziki şiddete ve istismara maruz kalması gelişimini son derece sarsmakta ve bu çocuklar ömürleri boyunca yaşadıkları bu durumun etkisinden kurtulamamaktadır. Böyle durumlarda çocukların ailesinin yanında zayi olmasındansa ailesinden alınmak suretiyle “yerleştirme” veya velayetin kaldırılması gibi tedbirlerin uygulanması çocukların daha sağlıklı bir şekilde kişiliğini geliştirerek topluma daha faydalı bir birey olmaları açısından daha yerinde olacaktır. Hâkim çocuğun ailesinden uzaklaşmasını içeren nitelikli koruma önlemlerine başvururken çocuk ile ana babası arasındaki sevgi bağını mutlaka göz önünde bulundurmalıdır. Bu konuya ilişkin yapılacak tüm değerlendirmelerde temel ilkenin “çocuğun üstün yararı” olduğu unutulmamalıdır.

KAYNAKÇA

  • Akyüz, Emine; Medeni Kanun’a Göre Çocuğun Ana Babasına Karşı Korunması, Aile ve Toplum, Yıl 1, Cilt 1, Sayı 2, Haziran 1991.
  • Bozkurt, İkbal; Velinin Velayetten Doğan Hak Görev ve Yetkileri, İÜSBE Özel Hukuk ABD, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi).
  • Ceylan, Ebru; Türk Medeni Kanunu’nda Çocuğun Korunmasıyla İlgili Güncel Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi, D.E.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. Şeref Ertaş’a Armağan, Cilt 19, Özel Sayı-2017, Sayfa 349-375.
  • Demir, Remzi; Türk Medeni Kanunu’na Göre Çocuğun Korunması, SDÜHFD, Cilt 9, Sayı 2, Yıl 2019, Sayfa 271-303.
  • Demirci, Günseli; Türk Medeni Hukukunda Çocuğun Korunması, SÜSBE Özel Hukuk ABD, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi).
  • Dural, Mustafa/Öğüz, Mustafa/Gümüş, Mustafa Alper; Türk Özel Hukuku Cilt III Aile Hukuku, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2012.
  • İmamoğlu, Hülya; Çocuğun Kişiliğinin Ana Babaya Karşı Korunması, AÜHFD, Cilt 54, Sayı 2, Yıl 2005, Sayfa 183-218.
  • İmamoğlu, Hülya; Yeni Medeni Kanun’daki Düzenleme ve Velayete Hakim İlkeler Çerçevesinde Tedip Hakkının Değerlendirilmesi, AÜHFD, Cilt 54, Sayı 1, Yıl 2004, Sayfalar 165 – 190.
  • Kapancı, Kadir Berk/Başoğlu, Başak; Çocuğun Medeni Hukuk Kuralları Çerçevesinde Şiddete Karşı Korunması, MÜHF-HAD, Cilt 22, Sayı 1, Sayfa 347-364.
  • Özer Taşkın, Özden; Velayet Hakkının Kullanılması, Velayetin Değiştirilmesi, AndHD, Cilt 6, Sayı 1, Ocak 2020, Sayfa 239-262
  • Serozan, Rona; Medeni Hukuk Genel Bölüm Kişiler Hukuku, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2014.
  • Yücel, Özge; Çocuğun Yüksek (Üstün) Yararı Bağlamında Çocuğun İradesi, Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Sayı 2, Aralık 2013, Sayfa 117-137

[1] Rona Serozan, Medeni Hukuk, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2014, s. 446.

[2] Dural/Öğüz, Kişiler Hukuku, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2015, s. 100.

[3] “Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür” (TBK m. 27/1).

[4] Ceza hukukunda çocukluk cezai sorumluluğu açısından ele alınmıştır. Bu bağlamda 12 yaşının altındaki çocukların cezai sorumluluğu olmadığı, 12-15 yaş aralığındaki çocukların işlediği fiilin anlam ve sonucunu kavrayabilecek durumda olması halinde cezai sorumluluğu olduğu, 15-18 yaş aralığındaki çocukların ise cezai sorumluluğunun olduğu fakat yaş küçüklüğü sebebiyle cezalarında indirim yapılacağı TCK m. 31’de düzenlenmiştir. Detaylı bilgi için bkz. Mahmut Koca/İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin, Ankara, 2013, s. 329-335.

[5]Hülya İmamoğlu, Çocuğun Kişiliğinin Ana Babaya Karşı Korunması, AÜHFD, Cilt 54, Sayı 2, Yıl 2005, s. 190.

[6] Tam ve sağ doğum doktrinde ağır basan görüşe göre geciktirici şart olarak kabul edilmiştir. Tam ve sağ doğumun ne zaman gerçekleştiği hususunda ise farklı görüşler bulunmaktadır. Detaylı bilgi için Bkz; Dural/Öğüz, s. 17-21

[7] Serozan, s. 447.

[8] Detaylı bilgi için bkz. Hülya İmamoğlu, s. 202.

[9] Ebru Ceylan, Türk Medeni Kanunu’nda Çocuğun Korunmasıyla ilgili Güncel Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi, D.E.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. Şeref Ertaş’a Armağan, C. 19, Özel Sayı-2017, s. 349-375.

[10] Emine Akyüz, Medeni Kanun’a Göre Çocuğun Ana-Babasına Karşı Korunması, Aile ve Toplum, Yıl 1, cilt 1, Sayı 2, Haziran 1991.

[11] Tedip hakkıyla ilgili detaylı bilgi ve tartışmalı hususlar için bkz. Hülya İmamoğlu, Yeni Medeni Kanun’daki Düzenleme ve Velayete Hâkim İlkeler Çerçevesinde Tedip Hakkının Değerlendirilmesi, AÜHFD, Yıl 2004, Cilt 54, Sayı 1, Sayfalar 165 – 190.

[12]Emine AKYÜZ, Medeni Kanun’a Göre Çocuğun Ana-Babasına Karşı Korunması, Aile ve Toplum dergisi, Yıl: 1, Cilt: 1, Sayı: 2.

[13] Ebru Ceylan, s. 355.

[14] Kapancı, Kadir Berk/Başoğlu, Başak; Çocuğun Medeni Hukuk Kuralları Çerçevesinde Şiddete Karşı Korunması, MÜHF-HAD, Cilt 22, Sayı 1 s. 352.

[15] Emine Akyüz, s. 4.

[16] İlkeler hakkındaki detaylı açıklamalar için bkz: Remzi Demir, Türk Medeni Kanunu’na Göre Çocuğun Kişiliğinin Korunması, SDÜHFD, Cilt 9, Sayı 2, 2019 s. 273-303.

[17] Bkz: Yargıtay 2. HD 2020/1370 E. 2020/2447 K. Sayılı karar

[18] Remzi Demir, s. 279.

[19] Hülya İmamoğlu, Çocuğun Kişiliğinin Ana Babaya Karşı Korunması, AÜHFD, Cilt 54, Sayı 2, Yıl 2005, s. 195.

[20] Günseli Demirci, Türk Medeni Kanunu’nda Çocuğun Korunması, SÜSBE Özel Hukuk ABD, s. 115.

[21] Kapancı/Başoğlu, s. 352.

[22] Yargıtay 2. HD 2018/5267 E. 2018/15359 K. Numaralı kararı.

[23] İlkelerle ilgili detaylı açıklama için bkz. Remzi Demir, s. 352-359.

[24] Hülya İmamoğlu, s. 192.

[25] TMK m. 339/3 “Ana ve baba, olgunluğu ölçüsünde çocuğa hayatını düzenleme olanağı tanırlar; önemli konularda olabildiğince onun düşüncesini göz önünde tutarlar.” Demek suretiyle çocuğun görüşünün alınması gerektiğini açıkça düzenlemiştir.

[26] Kapancı/Başoğlu, s. 363.

[27] Ebru Ceylan, s. 355.

[28] Emine Akyüz, s. 4-5.

[29] Günseli Demirci, s. 98.

[30] Emine Akyüz, s. 3.

[31] Detaylı bilgi için bkz: Emine Akyüz, s. 6-8

[32] Günseli Demirci, s. 113.

[33] Remzi Demir, s. 285.

[34] Uzmanların çocukla birtakım oyunlar oynamak veya çocuğa resim yaptırmak gibi çeşitli özel yöntemler kullanması suretiyle yaşı daha küçük çocukların da hislerinin öğrenilmesi mümkün olabilecektir. Çocuğun görüşünün alınmasına ilişkin bkz. Özge Yücel, Çocuğun Yüksek (Üstün) Yararı Bağlamında Çocuğun İradesi, Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Sayı 2, Aralık 2013 s. 117-137. Ayrıca bkz. Günseli Demirci, s. 120

[35] Günseli Demirci, s. 116.

[36] Emine Akyüz, s. 9.

[37] Yargıtay’a konu olan olayda çocuğun velayeti annesine bırakılmış olup anne kendi ailesi yanında yaşamaktadır. Aynı evde yaşayan dayının saldırgan olması sebebiyle çocuğun yerleştirilmesi istenmiş ancak Yargıtay ilk derece mahkemesinin velinin birlikte yaşadığı aile bireylerine yönelik yeterli inceleme yapmaması sebebiyle kararı bozmuştur. “Davacı babanın, davalı annenin yaşadığı ortam itibari ile velayeti almasının çocuğun yararına olmadığı ve yurda yerleştirilmesi gerektiği yönündeki beyanları, mahkemece aldırılan sosyal inceleme raporunda ise ortak çocuğun anne yanında kaldığı hanede yaşayan erkek kardeşinin saldırgan yapıda olduğu, eve sürekli kolluk ekiplerinin geldiği, annenin çocuğu ihmal ettiği, ilgilenmediği, anne yanında kalmasının riskli olabileceği, anne ve babanın ahlaklı ve sağlıklı birey yetiştirmeye uygun olmadığı, velayet bilincinde olmadıkları ve velayetin anneye verilmesinin riskli olabileceği şeklindeki tespitler de dikkate alınarak, öncelikle annenin ve yaşadığı hanede yer alan diğer bireylerin durumu ve sosyal inceleme raporunda yer alan hususların araştırılması…” Yargıtay 2. HD 2016/14119 E.  ,  2018/4356 K.

[38] Ebru Ceylan, s. 356.

[39] Remzi Demir, s. 290.

[40] Hülya İmamoğlu, s. 200.

[41] Emine Akyüz, s. 13.

[42] Günseli Demirci, s. 117.

[43] Remzi Demir, s. 291.

[44] Remzi Demir, s. 273.

[45]Madde 368/1– “Birlikte yaşayan kimseler evin düzenine tâbidir. Bu düzenin kuruluşunda ev halkından her birinin yararı adil biçimde gözetilir.”

[46] Madde 369- “Ev başkanı, ev halkından olan küçüğün, kısıtlının, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunan kişinin verdiği zarardan, alışılmış şekilde durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle onu gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe sorumludur. Ev başkanı, ev halkından akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunanların kendilerini ya da başkalarını tehlikeye veya zarara düşürmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Zorunluluk hâlinde gerekli önlemlerin alınmasını yetkili makamdan ister.”

[47] Velayetin tanımı ve ilgili açıklamalar için bkz. Günseli Demirci, s. 90; Özden Özer Taşkın, Velayet Hakkının Kullanılması, Velayetin Değiştirilmesi, AndHD, Cilt 6, Sayı 1, Ocak 2020.

[48] Ebru Ceylan, s. 352.

[49] Günseli Demirci, s. 90; Ayrıca tartışmaya ilişkin detaylı bilgi için bkz. İkbal Bozkurt, Velinin Velayetten Doğan Hak Görev ve Yetkileri, İÜSBE Özel Hukuk ABD, s. 5 vd.

[50] Özden Özer Taşkın, s. 242.

[51] Madde 197/4“Eşlerin ergin olmayan çocukları varsa hâkim, ana ve baba ile çocuklar arasındaki ilişkileri düzenleyen hükümlere göre gereken önlemleri alır.”

[52] Özden Özer Taşkın, s. 244-246.

[53] Söz konusu karara konu olan olayda taraflar İngiliz vatandaşıdır ve İngiliz hukukunda ortak velayet mümkün görülmektedir. Ancak ana baba ve çocuğun müşterek milli hukuku bulunmadığı için olaya Türk Hukukunun uygulanması gerekmektedir ve Yargıtay; “somut olay değerlendirildiğinde ‘ortak velayet’ düzenlenmesinin, Türk kamu düzenine ‘açıkça’ aykırı olduğunu ya da Türk toplumunun temel yapısı ve temel çıkarlarını ihlal ettiğini söylemek mümkün değildir.” Demek suretiyle yerleşik içtihadından vazgeçerek ortak velayetin mümkün olduğunu kabul etmiştir. Yargıtay 2. HD 2016/ 15771 E. 2017/ 1737 K.

[54] Velayetin ayrılmış eşler tarafından birlikte kullanamayacağını savunan yazarlar tarafların velayet hakkını bahane ederek birbirlerinin özel hayatına müdahale edebileceğini söyleyerek tezlerini temellendirmektedir. Bu konuda velayetin tek tarafa bırakılmasının esas, birlikte kullanılmasının ise istisna olması gerektiğini savunan yazarlar da vardır. Detaylı bilgi için bkz. Özden Özer Taşkın, s. 247.

[55] Ebru Ceylan, s. 356-358.

[56]Velâyete sahip ana veya babanın yeniden evlenmesi, velâyetin kaldırılmasını gerektirmez. Ancak, çocuğun menfaati gerektirdiğinde velâyet sahibi değiştirilebileceği gibi, durum ve koşullara göre velâyet kaldırılarak çocuğa vasi de atanabilir.”

[57] Özden Özer Taşkın, s. 253.

[58] Özden Özer Taşkın, s. 248.

[59] Hülya İmamoğlu, s. 201.

[60] Günseli Demirci, s. 122.

[61] “Toplanan delillerden; annenin, velayet görevini gereği gibi yerine getirmediği, çocuğa yeterli ilgiyi göstermediği veya ona karşı yükümlülüklerini ağır biçimde savsakladığı kanıtlanamamıştır. (TMK m. 348). Çocuğun halasının yanında mutlu olduğunu bildirmesi, annenin yeniden evlenmesi, ya da çocuğu sınav başarı puanına uygun yatılı bir okula yerleştirmesi velayetin kaldırılmasını gerektirmez. Velayetin kaldırılmasını gerekli kılan başkaca bir hadisenin varlığı da iddia ve ispat edilmemiştir. Bu durumda davanın reddi gerekirken, yetersiz gerekçe ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.” Yargıtay 2. HD, E. 2016/8657 K. 2016/9149

[62] Ebru Ceylan, s. 359.

[63] Remzi Demir, s. 293.

[64]Madde 53/1-cKişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak; (…) Velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan (…) Yoksun bırakılır.”

[65] Özden Özer Taşkın, s. 243.

[66] Özden Özer Taşkın, s. 253.

[67] Kapancı/Başoğlu, s. 359.


Enes ÖZER: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Lisans Öğrencisi

TEŞEKKÜR: Bu çalışmayı yapmam için beni teşvik ederek üreten bir gençlik için çalışan, çalışmam sürecinde de bana yol gösteren ve destek olan, makalemi kendi internet sayfasında yayımlayan kıymetli hocam Ahmet Fevzi Kibar’a, makalemin ilk incelemesini yapan Akademik Çalışma Okulunun kıymetli üyesi Fatma Atile Hanıma ve çeviri konusunda bana yardımcı olan İngilizce öğretmenim Neslihan Hanıma çok teşekkür ederim.

Yazar Hakkında

Ahmet Fevzi Kibar

Akademisyen, Hukuki Danışman ve Yazar Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Özel Hukuk yüksek lisans mezunu ve İstanbul Üniversitesi Özel Hukuk doktora eğitimi (devam ediyor). Kişiler, Aile, Eşya, Miras, Borçlar, Gayrimenkul, Fikri Mülkiyet ve Ürün Sorumluluğu Hukuku alanlarında çalışma yapmaktadır. Ayrıca hikâye, deneme ve eleştiri yazarlığı da yapmaktadır. Evli ve baba.

Yazarın Diğer İçerikleri